Cazın Büyücüsü Miles Davis

Gümüşlük Akademi’de ılık bir yaz akşamı.

Duvar piyanosunun başında ufak tefek bir adam oturuyor. Sert ve kararlı akorlar basıyor. Notalara bakıyor arada bir. Ama sonra yine doğaçlamaya dönüyor. Akademin katılımcıları 84 yaşındaki bu adamı hayranlıkla izliyor.

Başından eksik etmediği beyaz kasketiyle piyanonun başında oturan adam Muvaffak “Maffy” Falay.

Gümüşlük Akademi’nin kapılarını Muvaffak Maffy Falay’a açan isim, Türk edebiyatının kilometre taşlarından Latife Tekin. Yaz boyunca Akademi’de devam eden atölye çalışmalarından birinin gecesinde, Türkiye cazının en önemli figürlerinden biri olan Maffy, katılımcılara özel bir konser veriyor. Kah piyanoya oturuyor, kah trompetine sarılıyor. Dinleyenlere de, geceye ve müziğe sarılmak kalıyor.

Maffy’i dinlerken sekseninci doğum gününde, doğduğu yer olan Kuşadası’na heykeli dikilen ustaya ne kadar sahip çıktığımızı düşünüyorum. Karşımızdaki adam, caz dünyasının benzersiz isimleriyle birlikte çalmış, anılarında olağanüstü isimler biriktirmiş bir adam: Don Cherry, Phil Woods, Quincy Jones, Lars Gullin, Kenny Clarke, Ake Persson ve elbette Dizzy Gillespie.

Dizzy Gillespie, Miles Davis’i getiriyor aklıma. Davis, müzisyen otobiyografileri içinde ayrı bir yere sahip olan kitabında, daha ilk sayfalarda “Dizzy olmasaydı bugün geldiğim yere gelemezdim,” der. Ve o anıların en önemli duraklarında Charlie “Bird” Parker ile birlikte Dizzy Gillespie vardır.



Miles Davis’in Quincy Troupe ile birlikte yazdığı, 1989’daki yayının hemen ardından Avi Pardo çevirisiyle Afa Yayınları tarafından 1995’te yayınlanan ünlü “Otobiyografi”si, bugünlerde Encore Yayınları etiketiyle yeniden raflarda.

Efsanevi bir otobiyografi bu. Sadece caz müziği dinleyicilerinin ya da müzikseverlerin değil, sanatla ve yakın tarihle ilgilenen herkesin okuması gereken bir biyografi. Neden? Çünkü Miles Davis’in cazla örülü anılarının arka planında yirminci yüzyıl Amerika’sının ta kendisi var. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasının atmosferini en sert ve içeriden cümlelerle okuduğumuz bir kitap bu. Beyaz Adam’ın dünyasında, bütün ötekileştirmelere karşın var olmaya çalışan Siyah Adam’ın hikayesi. Ama her şeyden öte bir yanıyla kendisine hayran bir yanıyla da kendisine karşı acımasız olan bir müzik dehasının dünyası.

Miles Davis deyince, birçokları hayranlıklarını yansıtacak sıfatlar sıralar: Deha, yaratıcı, büyük besteci, yirminci yüzyılın en yenilikçi müzisyeni, çılgın, trompetin Picasso’su. Liste uzar gider. Ancak “Otobiyografi”yi okuduktan sonra Miles Davis hakkında çok daha başka düşüncelere de sahip olacağınız kesin. Çünkü karşımızda sadece bir müzik dehası yok. Hayatının büyük bir bölümünü uyuşturucu bağımlısı olarak geçirmiş, bu döneminde arkadaşlarını dolandırmış, fahişeleri kullanmış, karısını dövmüş, istediği gibi davranmadığı için müzisyen arkadaşlarını gruptan kovmuş, kariyeri veya hırsları uğruna dostlarını silmekten korkmamış, kibirli, ukala ve öfkeli bir adam var.

Avi Pardo çevirisinde, Miles’ın sert-öfkeli-sokaktan gelen anlatı dilinin dengesini çok iyi kurmuş. Üstelik çeviri, bu baskı için tümüyle yeniden gözden geçirilmiş. Yeri gelmişken bir küçük tavsiyede bulunayım. Miles’ın Otobiyografi’sini, yine Avi Pardo çevirisiyle Domingo’dan çıkan Jimi Hendrix otobiyografisi “Sıfırdan Başlamak – Benim Hikayem” ve Merve Duygun çevirisiyle Butik Yayıncılık’tan çıkan Michael Jackson otobiyografisi “Moon Walk” ile eşzamanlı okunması pek keyifli oluyor.


Başladığmız yerde, Maffy’nin trompetinin karşısında bitirelim tanıtım yazımızı. Sahip çıkmakta geç kalmadığımızı düşünelim ve dileğimizi bir de buradan fısıldayalım. Kendi caz yolculuğumuzu daha iyi anlayabilmek için Muvaffak “Maffy” Falay otobiyografisi-biyografisi ya da ustayla yapılmış bir nehir söyleşi okuma isteğimiz var. İlgilenenlere duyurulur.


Maffy Falay ile 2014 yazından bir Gümüşlük anısı...


EmoticonEmoticon