Bu sayıda bir kitap tanıtımı yazmamak için çok direndim. Son dönemde yayınlanmış olan kitaplardan değil, tümüyle kendimden kaynaklana bir sorundu bunun nedeni. Biraz yaz rehaveti, biraz farklı alanlarda koşturma diyelim. Ya da doğrudan adını koyalım: Tembellik.
Editörüm defalarca e-posta yolladı. Kibarlıkla yazımı ne zaman yollayabileceğimi, hangi kitabın tanıtımını yapmak istediğimi sordu. Bu e-postaları cevaplamak bile sorun oldu benim için. “Bana öyle bir ileti gelmedi,” dedim, “İstenmeyen postalar kutusuna düşmüştür,” dedim. Hatta bir ara bütün sistemin çöktüğü yalanına sığınmayı bile düşündüm. Daha önce çokça kullanılmış olmasa, bu yalana bile başvururdum. “Çaresizlik” öncelikle gözü kör eden bir düşmandır.
Sonunda, sanki bir kitap eki yazarının böyle bir hakkı varmış gibi “Yıllık iznimi kullanmak istiyorum,” diye bir e-posta yolladım. Bahane dinlemek konusunda feleğin çemberinden geçmiş olan editörüm, bu saçma isteğin üzerinde durmadan “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna,” deyiverdi. Elbette böyle kaba bir üslupla dille değil, lisan-ı münasiple. Cevabı kısa ve netti: “Eylül’de görüşürüz.”
Ertelemeyi başarmıştım.
Ancak yalan denilen musibet insanın vicdanını öyle kolaylıkla terk etmiyor. Bir yerden çıkıp ayağınıza dolanıyor. Ertelemeyi başardığım günün akşamında karşıma çıkan bir kitap, beni omuzlarımdan tutup deli gibi sarstı. Kendime gelmeliydim.
Sel Yayınları’nın Yaşam Kitapları dizisinden John Perry imzalı bir kitaptı bu: Erteleme Sanatı – Oyalanma, Savsaklama ve Kaytarma Rehberi.
Bu isimde bir kitabın tam da o gün raflara çıkması ya yayınevinin bir oyunuydu ya da editörümün intikamı. Elvan Kıvılcım’ın kitabın neşeli üslubunu pek güzel yansıtan çevirisiyle bir solukta yuttum kitabı. Mark Twain’in “Bugünün işini yarına bırakma, mümkünse ertesi güne bırak,” veciz sözüyle başlayan bir kitabı okumanın zevki de başka oluyor canım!
Stanford Üniversitesi öğretim üyesi olan Amerikalı felsefeci John Perry, daha kitabının adıyla içerik hakkında çok net bir bilgi veriyor okuruna. Birinci bölümde paylaştığı 1995 tarihli makalesi ‘Sistematik Erteleme’ ile çerçeveyi iyice netleştiriyor. Yapması gereken sayısız işi yapmamak, ertelemek için kaleme aldığı bu makale, işin özünü anlatıyor bize: “Tüm erteleyiciler, yapmaları gereken işleri savsaklarlar. Sistematik erteleme bu olumsuz kişisel özelliği kendi lehinize çevirme sanatıdır. Buradaki anafikir, ertelemenin kesinlikle hiçbir şey yapmamak anlamına gelmediğidir. Erteleyen insanların hiçbir şey yapmaması nadiren görülen bir şeydir; bahçecilik veya kurşunkalem açmak ya da ilk fırsat bulduklarında dosyalarını nasıl yeniden düzenleyeceklerini gösteren şemalar hazırlamak gibi daha az yararlı işler yaparlar. Erteleyen insan bunları neden yapar? Daha önemli şeyleri yapmaktan kaçınmanın bir yolu olduğu için yapar.”
Daha ilk bölümden beni kendimle yüzleştiren kitap, ‘Erteleme ve Mükemmeliyetçilik’ bölümünün hemen ardından gelen ‘Yapılacaklar Listesi’ bölümüyle mideme sert bir yumruk indirdi. Tam da beni anlatıyordu bu bölüm. Benimle birlikte, işlerini ertelemenin bir yolu olarak hafta başında defterine yazdığı ‘Yapılacak İşler Listesi’ne sığınan nice okuru. Bu listeler tam baş belasıdır zaten. Hani devlet yönetiminde tamamlanması istenmeyen işler komisyonlara devredilir ya, işte bu listelerde kişilerin komisyonları gibidir. Listele ve ertele.
Bilgisayarların ‘rolünü anlattığı bölümde de, benim gibi bir G-mail kullanıcısı olan yazar, bu sistemin hangi özelliklerinin erteleme sanatına katkı sağlayabileceğini anlatıyor. Eğer kitabı önceden okumuş olsaydım, editörümü aylardır standart yalanlarla oyalamazdım. Neyse ki, artık yeni bahanelerim var.
Günümüz insanının, üretim çarkıyla ve bunun getirdiği depresyonlarla yüzleşmesi için bulunmaz bir mizah kaynağı “Erteleme Sanatı”. Ve her gerçek mizah eserinde olduğu gibi düşündürüyor, sorgulatıyor, hatta can acıtıyor. Bize de böylesi lazım.
Şimdi bu yazıyı editörüme yollayacağım. “Yıllık izin” bahanesini unutturabilirsem, sizler de okuyacaksınız.
Erteleme Sanatını özümsemiş hükümetlerden uzak durmanız dileğiyle, sevgilerimle.
EmoticonEmoticon