Blog Tasarımında Yapılan 9 Ciddi Hata

Başlığa okuyup bu yazıyı tasarımcılar veya kod yazarları için yazdığımı düşünmeyin lütfen. Bu yazı, hazır Blogger şablonlarını “Şablon Düzenleyici”yi veya burada paylaşılan ipuçlarını kullanarak düzenleyen, standart Blogger kullanıcıları için.

 

Standart bir Blogger kullanıcısı Blogger şablon düzenleyiciyi kullanarak görsel değişiklikler yapabilir, HTML düzenleyici yardımıyla burada veya benzer sitelerde paylaşılan kod değişikliklerini yapabilir, yerleşim bölümünden istediği gadgetları ekleyebilir. Bu sayede kendine özgü br blog tasarımına sahip olabilir.

 

Fakaaaaat

 

Yukarıda belirtilen yollarla blog tasarımını özelleştiren kullanıcılara şu hataları yapmamalarını şiddetle öneriyorum.

 

hata

 

1. Yatay Menüye Çok Fazla Link Eklemek

 

Yatay menü blogun genellikle üst kısmında bulunur, ziyaretçileri önemli sayfa ve yazılara yönlendirmek için kullanılır. Buraya çok fazla link eklediğinizde blogun genişliğini aştığından tek satır olmaktan çıkar, 2-3 satır olur. Bu da hem görünüm hem de kullanılabilirlik açısından hoş bir durum değildir. Yatay menüde sadece önemli sayfalara link vermenizi, eğer fazla link ekleyecekseniz açılır menüler kullanmanızı öneririm.

 

2. Sidebar’a Aşırı Gadget Eklemek

 

Kenar çubuğu dediğimiz sidebar blog tasarımının en önem verilmesi gereken yerlerinden biri. Bu alanlara faydalı öğeler ekleyerek blogumuzun takipçi ve okunma sayısını arttırabiliriz. Fakat bu alanlara çok sayıda gadget eklenmesi blog tasarımında sık yapılan hatalardan biri. Blogun hızını yavaşlatacağı gibi ziyaretçilerin de kramaşık bir siteyle karşılşmasına yol açar. Sidebar’a sadece önemli ve işlevsel gadgetları eklemenizi öneriyorum.

 

3. Göz Yoran Renkler Kullanmak

 

Her blog yazarı sevdiği rengi blogunda kullanmak isteyebilir, buna bir itirazım yok ama çok parlak ve iddialı renklerin insanın gözünü yoduğu da bir gerçek. Sevdiğiniz rengin yumuşak tonlarını tercih edebilirsiniz.

Renk kullanımında ypılan bir diğer büyük hata da arkaplan rengi ile metin rengini benzer tutmak. Koyu renk arkaplanınız varsa metni açık bir renk seçmeniz gerekir. Kontrast renkler kullanmak yazıyı okumayı kolaylaştırır.

 

4. Okuması Zor Fontlar Kullanmak

 

Şık veya farklı görünmek adına blogda değişik fontlar kullanılması normal. Özellikle de “handwriting” dediğimiz el yazısı şeklinde fontlar çok tercih ediliyor. Belki yazı başlıkları  bu tür fontları kaldırabilir ama içerikte mutlaka basic fontlar kullanmanız gerekir.

 

Font kullanımında dikkat etmeniz gereken bir diğer nokta ise Türkçe karakterleri destekleyip desteklemesidir. Zira “ı,ğ,ş” gibi karakterli kullandığınızda kötü bir görüntü ortaya çıkabiliyor.

 

5. Sosyal Paylaşım Butonları Kullanmamak

 

Belki çok küçük bir detay gibi gelebilir ama benim gibi beğendiği yazıları soysal hesaplarında paylaşmak isteyen kullanıcılar yazının üstünde veya altında paylaşım butonları görmediğinde zahmete girmek istemiyor ve yazıyı paylaşmakan vazgeçiyor. Soyal medyadan gelecek potansiyel trafiği düşündüğünüzde neler kaybettiğinizi tahmin edebilirsiniz.

 

Blogger’ın knedi sosyal paylaşım butonları hem görsel hem de işlevsel olarak zayıf ne yazık ki. Bana kalırsa Blogger’ın kendi butonlarını kullanmak yerine tasarımınıza uygun butonları yazı başlığının altında veya yazının bitimine eklemek çok daha iyi.

 

6. İletişim Seçenekleri Eklememek

 

İletişim dendiğinde akla ilk gelen şey iletişim formunun olduğu bir iletişim sayfasıdır. Evet blogunuzda iletişim formunun olduğu bir iletişim sayfası mutlaka olmalı ve ana sayfadan iletişim sayfasına en az bir görünür bağlantı vermelisiniz. Ancak iletişim seçenekleri bununla sınırlı olmamalı. Blogunuzun kenar çubuğundaki sosyal medya hesaplarınıza bağlı butonlar veya kutular da bir blog tasarımında olması gereken iletişim seçenekleridir.

 

7. Düşük Çözünürlükte Görseller Kullanmak

 

Görseller bloglarımızın vazgeçilmez öğeleri ve hemen hepimiz çeşitli yerlerde görseller kullanıyoruz. Fakat gerek yazı içerisinde, gerek blogun diğer kısımlarında kullandığımız görseller düşük çözünürlükte, kalitesiz olduğunda kötü bir görüntü ortaya çıkıyor. Bu da blounuzun prestijine zarar veriyor bence.

 

8. Otomatik Çalan Müzik Ve Videolar Kullanmak

 

Çok evdiğiniz bir şarkıyı veya videoya blogunuza eklediğinizi düşünün. Benim de kalabalık bir ofis ortamında blogunuzu ziyaret ettiğimi düşünün. Ciddi bir ofis ortamı, onlarca çalışan, belki, üst düzey yöneticiler ve birden benim bilgisayarımdan yükselen bir şarkı sesi…. Düştüğüm durumu tahmin edebiliyorsunuz sanırım. Belki siz kendinizi iyi hissediyor olabilirsiniz ama blogunuzun size özel olmadığnı, herkese açık olduğunu hatrlayın ve bu tür otomatik açılan multimedya öğelerini kullanmayın.

 

9. Flash Bileşenler Kullanmak

 

Flash öğeler size eğlenceli gelebilir ama pek çok açıdan faydadan çok zararı vardır. Ziyaretçiler blogunuza gösteri izlemek için gelmiyorlar. Bilgiye hızlı bir şekilde ulaşmk istiyorlar. Flash introlar veya animasyonlarla insanların içeriğinize ulsşmasını engellemeyin.

 

Son olarak

 

Evet yaratıcılık, görsellik önemlidir ama blog tasarımı yaparken önceliğiniz ziyaretçiye yardımcı olmaktır. Blogunuzun hedef kitlesini doğru tanımlayın veya bu kitleye uygun sade, kullanışlı bir tasarım için çaba harcayın.

Allianz Kurumsal İletişim’de Fark Yaratmış!

Blog Hocam’ın sloganında da belirttiğim gibi 3.5 senedir üzerinde durduğum esas konu “daha iyi bir blog sahibi olmak”. Blogunuzu geliştirmek için bugüne kadar yüzlerce ipucu ve yöntem paylaşmışımdır. Fakat türü ve konusu ne olursa olsun her blog için geçerli bazı temel kavramlar olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Neler mi? Fark yaratmak, doğal olmak ve iletişim kurmak. Bana göre bu üç kavram iyi bir blog/blogger olmanın temelidir. Tasarım, SEO, blog araçları gibi detaylar bu 3 temelin üzerine inşa edilmelidir.

 

Fark yaratmak, doğal olmak ve iletişim kurmak… Üzerinde durduğum bu üç kavramın gerekliliği sadece bloglar için değil, iş dünyasında pek çok sektörde başarılı olabilmek için de geçerli değil midir? Gıdadan, tekstile, inşaattan, medyaya kadar şirketlerin ve markaların stratejilerini incelediğinizde fark yaratan, doğal olan, hedef kitlesiyle iyi iletişim kuranların her zaman göz önünde ve başarılı olduğunu görürüz.

 

Blogların ve blog dünyasının, gerçek hayatla pek çok bağlantısı olduğunu iddia etmiş, gerçek hayattan aldığım ilhamları ve karşılaştığım başarı hikayelerini blog yazarlığına da uygulayarak hem öneri, hem olarak sizlerle paylaşmış, hem de bizzat kendi blogumda uygulamaya çalışmışımdır.

 

Yine sizlere ilham olması ve örnek teşkil etmesi açısından son zamanlarda sosyal medyada çok sevilen ve fenomen olma yolunda ilerleyen bir proje ve marka iletişim stratejisinden bahsedeceğim.

 

Söz konusu firma Allianz Türkiye ve sektör hepinizin bildiği gibi sigorta sektörü. Çoğumuz sigorta sektörü ve firmalarıyla genellikle zor zamanımızda yani işimiz düştüğünde tanışırız. Ve genellikle bu firmalarla kafamızda soru işaretleriyle çalışmaya başlarız. Peki bir sigorta şirketi dikkat çekmek, insanların kafalarındaki soru işaretlerini kaldırmak, faaliyetlerini daha iyi anlatmak için neler yapabilir?

 

Sorunun cevabını aslında yukarıda verdim. Üç temel kavram olan fark yaratmak, doğal olmak ve samimi bir diyalog kurmak üzerine iletişim stratejisi belirleyerek bu doğrultuda hareket etmek. İşte Allianz Türkiye de tabiri caizse içine kapanık bir sektör olan sigorta sektöründe tabuları yıkarak “dışavurumcu şirket” anlayışını sektöre kazandırıyor.

 

Allianz -2

 

İletişim stratejisi doğrultusunda yaptıkları paylaşımlar fark yaratmak ve doğallık konusunda, tüm bloggerlara adeta ilham kaynağı niteliğinde. Allianz Türkiye, şirketin tüm İcra Kurulu üyelerini en doğal halleriyle dijital dünyada paylaşarak paydaşlarına ve topluma daha yakın, sıcak ve sosyal bir marka olma hedefinde ne kadar samimi olduğunu gösteriyor.

 

Allianz -9

 

Nev-i şahsına münhasır insan Ayhan Sicimoğlu’nun sürpriz baskınını konu alan iletişim çalışması kısa zamanda çok sevildi ve Allianz’ın doğallık, şeffaflık ve farklılık üzerine kurduğu iletişim stratejisinin doğruluğunu ispatladı. Şundan eminim ki bu fikir ve proje ilerleyen zamanlarda Allianz’ın başarısını ve insanların sigorta sektörüne bakışını olumlu yönde etkileyecektir.

 

 

Bence tüm bloggerlar Allianz Türkiye’nin bu iletişim stratejisinden bir ders çıkarmalı, kendi bloglarına uygulamalılar. Nasıl ki Allianz Türkiye bugüne kadar yapılmayanı yapıp fark yaratıyorsa siz de blogunuzla fark yaratacak stratejiler geliştirmelisiniz.

Fazıl Say'a bir bardak çay verebilmek

Fazıl Say'ı sevebilirsiniz ya da sevmeyebilirsiniz.

Müziğini ilgiyle dinleyebilirsiniz ya da mesafeli durabilirsiniz.

Kimi ortamlarda "Gerçek bir dünya sanatçısı" kimi ortamlarda "Yahu bu Fazıl da çok konuşuyor kardeşim" diyenlerden olabilirsiniz.

Fazıl Say'ın cümlelerine sanat çerçevesinden ya da milliyetçilik çerçevesinden bakanlardan olabilirsiniz.

"Sanatçı siyasetten uzak durmamalıdır" diyenlerle, "Çalsın piyanosunu, ötesine karışmasın" diyenlerin arasında kaybolmuş olabilirsiniz.

Fazıl Say üstünden pozisyon almanın faydalarına inanlardan olabilirsiniz.

Ezcümle, istediğinizi olabilirsiniz.

Ama sorularını cevapsız bırkamazsınız, bırakamayız. Herkes kendi meşrebince, durmak istediği yeri seçerek ve dürüst cümlelerle bu soruları cevaplamalıdır.

Göreneğimizdedir, yol soran birine sırt dönülmez. Hatta yol yorgunu olduğu görülüyorsa bir bardak çay ikram edilir.

Fazıl Say, yol yorgunu. Sanat yolculuğu değil, o yolda önüne çıkarılan-çıkarttığımız engeller yordu onu. Ve bu yol yorgunu adam bir "açık mektup" yazarak sorular sordu.

Fazıl Say'ın eserlerine bir boykot uygulandı mı? Bu boykotun kararını kim verdi? Hangi nedenle verdi? Bakanlık mı yoksa CSO mu bu kararın altına imza attı? Kimler imza attı?

Basit sorular. Yetkili makinaların hemen cevaplayabileceği, cevaplaması gereken sorular. Dürüstçe cevaplanması gereken sorular. Koskoca adamlar bir piyanistin sorularından korkacak değiller ya, cevaplar gelir elbette. Hatta belgeler gösterilir, kararı veren isimler açıklanır.

Hiç değilse yarın Bach eserlerinin programdan çıkarılmayacağına inancımız artar böylece. Ya da Ulvi Cemal Erkin eserlerinin ya da Mozart'ın. Öyle ya, soruları cevaplamama rahatlığıyla istediği yasaklamayı yapabilir sistem. Ama olmaz öyle şey değil mi, olmaz.

Bu soruları herkes sormalı. Yasaklara ve sansüre karşı olan herkes. İstanbul'da, Ankara'da, Antaya'da sansüre karşı olan herkesin sorması gereken sorular.

Fazıl Say, yol yorgunu ve sorular soruyor. Lafı dolandırmadan cümleler kuruyor. "Birbirimizi anlayalım, anlamaya çalışalım," diyor.

Sorularını cevaplamak, bir bardak çay vermek bu kadar mı zor?


Arşivinizle Yapabileceğiniz 3 Şey

Muhtemelen hepinizin bildiği, basit fakat blogunuza büyük fayda sağlayacak küçük bir blog egzersizini hatırlatmak istiyorum.

 

Bazılarımız aylardır, bazlılarımız yıllardır blog yazıyor. Kimimizin arşivinde yüzlerce, kimimizin arşivinde binlerce yazı var. Çoğu emek harcanmış, değerli yazılar. Peki üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra bu değerli yazıların üzerini örecek miyiz? Elbete hayır!

 

Arşivinizi zaman zaman ziyaret ederek hem blogunuzu geliştirecek, hem konu sıkıntısı yaşadığınızda size yardımcı olacak, hem de trafiğinizi artıracak aksiyonlarda bulunabilirsiniz. Bunlar neler mi? İşte blogunuzun arşiviyle yapabileceğiniz şey:

 

arşiv

 

1. Yazılarınızı Güncelleyin

 

Eski tarihli yazılarınızda pek çok güncelleme yapılabilir. Yazıda yer alan kırık linkler düzeltilebilir, eksik veya yeni bilgi varsa ilave edilebilir, silinmesi gereken bölümler silinebilir.

 

Bunu her yazı için yapmak elbette mümkün değil ama özellikle çok okunan yazılarınızı sürekli güncel tutabilir, diğer yazılarınıza bağlantı verebilir, hatta bu yazıların içerisine reklamlar ekleyebilirsiniz.

 

Tabi işin bir de diğer boyutu var. Anahtar kelime araştırması yaptığınız ve çok fazla organik trafik hedeflediğiniz yazılarınıza Google’dan pek ziyaretçi gelmiyorsa da bu yaınızı güncelleyebilirsiniz.

 

Görseller ekleyip alt ve title etiketleri eklemek, yazı başlığını değiştirmek, yazıya anahtar kelime içeren yeni ve faydalı metinler eklemek yazınızın SERP performansını arttırabilir.

 

2. Sosyal Medyada Paylaşın

 

Çoğumuz çeşitli otomasyon araçlarını kullanarak yazılarımızı yayınlar yayınlamaz sosyal medya hesaplarımızda paylaşıyoruz. Peki sonra? Unutmayalım ki hergün yeni ve farklı kişiler sizi takip etmeye başlabilir. Bu kişlere veya yazınızı bir şekilde okumamış eski takipçilerinize hatırlatmak amacıyla eski yazılarınızı sosyal medyada paylaşabilirsiniz.

 

Bu yöntemi tüm azılarınıza uyguladığınızda, her defasında farklı başlıklar kullandığınızda ve farklı tarihlerde paylaştığınızda trafiğinizde hiç ummadığınız kadar artış olacağının garantisini verebilirim.

 

3. Yeni Bir Yazı Oluşturun

 

Hepimizin yazacak konu bulamadığı dönemler olmuştur. Bu dönemlerde arşivinizi kullanarak ve çok az zahmete girerek ilgi çekici yazılar oluşturabilirsiniz. İşte size eski yazılarınızı kullanarak yeni yazılar oluşturabileceğiniz birkaç fikir:

 

  • 2014’te en çok okunan X yazı
  • En çok yorum alan X yazı
  • Okuyucuların en çok sevdiği X yazı
  • Google’ın en çok ziyaretçi gönderdiği X yazı

 

Bu örnekler çoğaltılabilir elbete. Sizin de konuyla ilgili öneri, fikir ve deneyimlerinizi okumak isteriz. Paylşırsanız sevinirim.

Yeni Samsung Galaxy K Zoom, kamerayı odak noktasına koyuyor

Yeni Samsung Galaxy K Zoom, kamerayı odak noktasına koyuyor

Günlük hayatınızda, seyahatlerinizde ve en önemli anlarınızda size eşlik edebilecek, hem profesyonel bir kamera, hem de telefon özelliklerini bir arada bulunduran Samsung Galaxy K Zoom ile tanışmaya ne dersiniz?

 

Samsung Electronics, kamerasıyla öne çıkan yeni akıllı telefonu Galaxy K Zoom, gelişmiş dijital kamera teknolojisi ile Samsung’un Galaxy deneyimini bir araya getiriyor. Profesyonel kalitede görsel içerik üretme yeteneğine sahip, eğlenceli ve kullanımı kolay Galaxy K Zoom; kolay çekim, gerçek ışık özellikleri gerçek optik zum ve şık tasarımıyla kullanıcılara ihtiyaç duydukları mobil çözümleri sunuyor.

 

 

Kamerayı odak noktasına alan Galaxy K Zoom’un, profesyonel bir kameranın kontrol özellikleri ve fonksiyonlarını sunan gelişmiş teknik kamera sistemi bulunuyor. Galaxy K Zoom’un göz alıcı incelik ve şıklıktaki gövdesinde bulunan, kasa içinde gizlenebilen lens teknolojisi 10x optik zum yapabiliyor. Ayrıca 20,7 megapiksellik BSİ CMOS sensör, ultra net ve ayrıntılı görüntüler oluşturuyor.

 

Düşük ışık şartlarında mükemmel sonuçlar sağlayan cihaz, hareketin neden olduğu bulanık görüntüyü önleyen Optik Görüntü Sabitleyici (OIS) özelliğine de sahip. Bu özelliklerle, cihazla optik zoom yapıldığında ve düşük ışık ortamlarında bile canlı ve net fotoğraf ve videolar (Full HD) çekebiliyor. Ayrıca cihazın Xenon flaşı, LED’lerden daha parlak bir ışık vererek görüntü kalitesini artırıyor ve doğal bir parlaklık veriyor. Bu sayede yetersiz ışık olan yerlerde bile Galaxy K zoom ile çok daha net ve kaliteli fotoğraflar çekebileceksiniz.

 

Bu kadar gelişmiş kamera özelliğinin yanında bir çok fonksiyonu da entegre eden Galaxy K zoom’un en dikkat çekici özelliklerini sizler için derledim;

 

  • Hassas ışık ve netlik dengesi sağlayan  AF/AE (Otomatik Odak/Otomatik Pozlama) Ayrımı
  • Optimize edilmiş 5 farklı filtre ayarı sunan yeni nesil Pro Suggest moduyla; farklı bir filtre uygulaması kullanmanıza gerek kalmıyor!
  • Kullanıcılara selfie çekimlerini kolaylıkla zaman ayarlı olarak yapabilme imkanı veren Selfie Alarm sayesinde çok daha güzel selfieler çekebilirsiniz.
  • Hareketli bir nesneyi odaklanarak ve net bir şekilde çekmek için geliştirilen nesne izleme özelliği ise, sizin için özel olan her “an”ı yakalayabilirsiniz!
  • Galaxy K zoom, bir Galaxy akıllı telefondan isteyebileceğiniz bütün özelliklere sahip. Bu özelliklerden Ultra Enerji Tasarrufu Modu pil tüketimini asgari düzeye indirerek yoğun bir gün içerisinde yaşayabileceğiniz şarj problemini de çözüyor.
  • S Health Lite kişisel fitness koçluğu yapıyor ve formunuzu korumanızda size yardımcı oluyor.
  • Studio uygulaması ise fotoğraf ve videoların kolaylıkla düzenlenmesini sağlıyor.

 

Bu teknik özelliklerin yanı sıra Galaxy K zoom’un tasarımı da oldukça güzel. Kompakt tasarımı sayesinde, üst düzey taşınabilirlik sunan Galaxy K zoom’un ergonomik kavrama özelliğinin yanı sıra şık ve özgün hatları, yumuşak ve rahat bir kullanım hissi veriyor.

 

Galaxy K zoom hakkında detaylı bilgi almak için http://www.samsung.com/tr/consumer/mobile-phone/galaxy-camera/galaxy-camera/SM-C1110ZKATUR adresini ziyaret edebilirsiniz.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Cazın Büyücüsü Miles Davis

Gümüşlük Akademi’de ılık bir yaz akşamı.

Duvar piyanosunun başında ufak tefek bir adam oturuyor. Sert ve kararlı akorlar basıyor. Notalara bakıyor arada bir. Ama sonra yine doğaçlamaya dönüyor. Akademin katılımcıları 84 yaşındaki bu adamı hayranlıkla izliyor.

Başından eksik etmediği beyaz kasketiyle piyanonun başında oturan adam Muvaffak “Maffy” Falay.

Gümüşlük Akademi’nin kapılarını Muvaffak Maffy Falay’a açan isim, Türk edebiyatının kilometre taşlarından Latife Tekin. Yaz boyunca Akademi’de devam eden atölye çalışmalarından birinin gecesinde, Türkiye cazının en önemli figürlerinden biri olan Maffy, katılımcılara özel bir konser veriyor. Kah piyanoya oturuyor, kah trompetine sarılıyor. Dinleyenlere de, geceye ve müziğe sarılmak kalıyor.

Maffy’i dinlerken sekseninci doğum gününde, doğduğu yer olan Kuşadası’na heykeli dikilen ustaya ne kadar sahip çıktığımızı düşünüyorum. Karşımızdaki adam, caz dünyasının benzersiz isimleriyle birlikte çalmış, anılarında olağanüstü isimler biriktirmiş bir adam: Don Cherry, Phil Woods, Quincy Jones, Lars Gullin, Kenny Clarke, Ake Persson ve elbette Dizzy Gillespie.

Dizzy Gillespie, Miles Davis’i getiriyor aklıma. Davis, müzisyen otobiyografileri içinde ayrı bir yere sahip olan kitabında, daha ilk sayfalarda “Dizzy olmasaydı bugün geldiğim yere gelemezdim,” der. Ve o anıların en önemli duraklarında Charlie “Bird” Parker ile birlikte Dizzy Gillespie vardır.



Miles Davis’in Quincy Troupe ile birlikte yazdığı, 1989’daki yayının hemen ardından Avi Pardo çevirisiyle Afa Yayınları tarafından 1995’te yayınlanan ünlü “Otobiyografi”si, bugünlerde Encore Yayınları etiketiyle yeniden raflarda.

Efsanevi bir otobiyografi bu. Sadece caz müziği dinleyicilerinin ya da müzikseverlerin değil, sanatla ve yakın tarihle ilgilenen herkesin okuması gereken bir biyografi. Neden? Çünkü Miles Davis’in cazla örülü anılarının arka planında yirminci yüzyıl Amerika’sının ta kendisi var. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasının atmosferini en sert ve içeriden cümlelerle okuduğumuz bir kitap bu. Beyaz Adam’ın dünyasında, bütün ötekileştirmelere karşın var olmaya çalışan Siyah Adam’ın hikayesi. Ama her şeyden öte bir yanıyla kendisine hayran bir yanıyla da kendisine karşı acımasız olan bir müzik dehasının dünyası.

Miles Davis deyince, birçokları hayranlıklarını yansıtacak sıfatlar sıralar: Deha, yaratıcı, büyük besteci, yirminci yüzyılın en yenilikçi müzisyeni, çılgın, trompetin Picasso’su. Liste uzar gider. Ancak “Otobiyografi”yi okuduktan sonra Miles Davis hakkında çok daha başka düşüncelere de sahip olacağınız kesin. Çünkü karşımızda sadece bir müzik dehası yok. Hayatının büyük bir bölümünü uyuşturucu bağımlısı olarak geçirmiş, bu döneminde arkadaşlarını dolandırmış, fahişeleri kullanmış, karısını dövmüş, istediği gibi davranmadığı için müzisyen arkadaşlarını gruptan kovmuş, kariyeri veya hırsları uğruna dostlarını silmekten korkmamış, kibirli, ukala ve öfkeli bir adam var.

Avi Pardo çevirisinde, Miles’ın sert-öfkeli-sokaktan gelen anlatı dilinin dengesini çok iyi kurmuş. Üstelik çeviri, bu baskı için tümüyle yeniden gözden geçirilmiş. Yeri gelmişken bir küçük tavsiyede bulunayım. Miles’ın Otobiyografi’sini, yine Avi Pardo çevirisiyle Domingo’dan çıkan Jimi Hendrix otobiyografisi “Sıfırdan Başlamak – Benim Hikayem” ve Merve Duygun çevirisiyle Butik Yayıncılık’tan çıkan Michael Jackson otobiyografisi “Moon Walk” ile eşzamanlı okunması pek keyifli oluyor.


Başladığmız yerde, Maffy’nin trompetinin karşısında bitirelim tanıtım yazımızı. Sahip çıkmakta geç kalmadığımızı düşünelim ve dileğimizi bir de buradan fısıldayalım. Kendi caz yolculuğumuzu daha iyi anlayabilmek için Muvaffak “Maffy” Falay otobiyografisi-biyografisi ya da ustayla yapılmış bir nehir söyleşi okuma isteğimiz var. İlgilenenlere duyurulur.


Maffy Falay ile 2014 yazından bir Gümüşlük anısı...

İri Memeler ve Geniş Kalçalar

İri Memeler ve Geniş Kalçalar

Herkesten özür diliyorum.

Yazının başlığına farklı beklentilerle ‘tıklamış’ olabilirsiniz.

Çünkü günümüzün internet üstü yayıncılığı bu beklentilerin üstüne kuruluyor.

İçerik ne olursa olsun, başlık ‘o beklentileri’ hareketlendirecek bir kelime içermeli. Seks, şiddet, ayrımcılık, hakaret ve soru işaretleri...

Kimi gazetenin internet üstü uygulaması, basılı olarak elimize ulaşandan o kadar farklı ki. Hele gün içinde giren son dakika haberleri. Hele ‘foto-galeri’ uygulamasıyla, tıklaya tıklaya bitmeyen gizemli yolculuklar. Sayfanın sağından solundan akan reklamlar coşsun yeter. Sosyal medya ratingleri köpürsün yeter.

Gün içinde ‘çok okunan’ ya da ‘çok paylaşılan’ haberlerin başlıklarına bir göz atın. O girdaba herkes kapılıyor çoğu zaman. “İnanılmaz Açıklama – Şok Karar – Hangi Ünlü Şöyle Yaptı? – Hangi Ünlünün Şaşırtan Pozu” başlıkları, lunaparkta dolaşan çocuğun renkli balonlara koşması gibi peşinde koşturuyor hepimizi. Bir tık uzağımızdaki o habere bakmadan edemiyoruz. Bir ünlünün, hatta bir ünlü kopyasının, alışveriş merkezinden elinde torbalarla çıkarken uzaktan çekilmiş fotoğrafını görmeden edemiyoruz. Hemen paylaşıyoruz bu haberi. İstiyoruz ki, başkaları da bizim gibi boş boş baksın ekranına. Üstelik bunu yaparken, elinde torbayla yürüyen o kişi hakkında atıp tutmayı ihmal etmiyoruz. Kendimizce sosyolojik tespitler yaparken, psikolojik bir vakaya dönüştüğümüzü umursamadan yürüyoruz vasatın dikenli bahçesinde.

Manipülasyon haberciliğine nefret kusuyoruz her gün. Yeni tanımlamalar sokuyoruz hayatımıza; algı yönlendirmesi, toplum mühendisliği deyip duruyoruz. Mikro blog alanının iki adım gerisine çıkıp, resmin daha büyük bir kısmını görmeye üşendiğimizden, vasatlaştırma-sıradanlaştırma-önemsizleştirme eksenindeki fırça darbelerini görmüyoruz. Görmek de istemiyoruz. “Her şey o kadar üstüme geliyor ki, biraz kafamı boşaltmak istiyorum,” diye bir cümlemiz var ne de olsa... Kafaları boşaltmak istiyoruz. Dünyanın dört bir yanında kadınlar, çocuklar ölürken, bizi ancak boş kafaların kurtaracağına inanıyoruz.

Bizi artık utanmanın bile kurtaramayacağını unutmak işimize geliyor.

İşimiz ne mi? Korunaklı dünyamızda kafamızı boşaltmak!

Zaten kim içerik istiyor ki...

Yanlış. Aslında herkes nitelikli içerik istiyor. Okur, bilginin uzağında kalmamaya özen gösteriyor. Bütün o rakamlar “vasatın zaferini” biraz daha köpürtmek için uğraşsa da, yirmi birinci yüzyıl, nitelikli ve özgün içeriğe aç insanların yüzyılı.

O ‘sıkıcı-eski tip’ yayıncılık bitti, devir hız devri yaygaraları arasında, içeriği boşaltanlar, kazdıkları kuyunun içinde debelenmeye başladıklarında, onlara Soljenitsin’in “Acelecilik ve yüzeysellik, yirminci yüzyılın ruh hastalıklarıdır; en çok da basında görülürler,” sözünü hatırlatacağız. Uygarlık çökerken, vasatı kutsayanlar, iğrenç bir tecavüz haberine bile şehvetli başlıklar atmaktan çekinmeyecekler yine de. Varsın olsun.

Akılcılığın, pozitif bilimlerin, doğrunun, derinliğin, gerçek bilginin kazanacağına dair umudumuz bitmeyecek elbette.

Yazının başlığına gelince; edebiyat takipçilerinin gayet iyi bildiği gibi Nobel ödüllü Çinli yazar Mo Yan’ın, Türkiye’de Can Yayınları tarafından yayımlanan benzersiz büyük anlatısının adı bu. “İri Memeler ve Geniş Kalçalar”, Erdem Kurtuldu’nun Çince aslından yaptığı çeviriyle dilimize kazandırıldı. Bence, geçen yılın en iyi çevirilerinden biri.

Mo Yan, bu romanında Kültür Devrimi sırasında yaşananları dokuz çocuklu bir ailenin hikayesi üstünden anlatıyor. Toplumsal değişimin sancıları, içeriden bir anlatımla, kimi yerde şaşırtarak, kimi yerde eğlendirerek, bir tokat gibi patlıyor okurun yüzünde.

Her alanın muktedirleri, istedikleri kadar algıları “bul karayı-al parayı” oyununa yenik düşürmeye çalışsın. Sanat sivil tarihi yazmaya devam ediyor.

Elbet bu günlerin de hesabını soracaktır sanat.


Yazının başlığına farklı beklentilerle ‘tıklayan’ herkesten, bir kez daha özür dilerim.

Kategori

Kategori