Okurların yüreğinden su gibi fışkıran bir İpekli Mendil
Dünya sirkinde havada elma çevirmek!
Hadi daha net olayım; kıskanırım.
Bir dönem üç top çevirmeyi denedim. Ortalama bir başarı elde ettim ama istikrarlı davranamadım.
Yıllardır Edinburhg Tiyatro Festivali'nin listesinde yer alan Gundini Juggling'in İstanbul'a geleceğini öğrendiğimde heyecanlanma nedenlerimden biri buydu yani.
Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi Drama Sahnesi'ndeki gösterinin tanıtımında da vurgu jonglörlük üstüneydi: "9 jonglör, 80 elma ve 4 tabak takımı ile bir saatlik eğlence"
Hemen söylemeliyim ki "Smashed" bunlardan çok daha fazlası. Sean Gandini ve Kati Yla-Hokkala'nın sanat direktörlüğünde çalışan grubun merkezinde jonglörlüğün durduğu tartışmasız.
Yeni sirk denilen kavramın içine yerleştirilebilir Gandini Juggling. Bir ucu da performans tiyatrosuna dayandırılabilir. Ancak kendileri jonglörlüğün çevresine yerleşmiş daha "eğlenceli" tanımları seviyorlar.
Çocuksu bir eğlence değil bu. Örneği bu gösterilerinde de kolonyal bir imparatorluğun orta sınıf zevklerinden, cinselliğe, ırkçılık ve ötekileştirmeden, cinselliğe çok sayıda gönderme içeren bir metnin çevresinde ilerliyorlar.
Maiken düzeninde başlayan bir oyunun "delirium"la son ermesi boşa değil. Gerçekten bir paramparça olma haline giden yolda, tuhaf duraklar çıkıyor karşımıza. Jonglörlük bütün bu durakların birbirlerine bağlanmasında ilüzyonu gerçekleştiriyor. Havada dönüp duran elmaları izlerken, zihnimizde de türlü hikaye dönmeye başlıyor.
Yani sadece oyunun yönetmeni Sean Gandini değil, dramaturg John-Paul Zaccarini de ayakta alkışlanmalı.
Çok eğlenceli bir gösteri bu. Ama eski usül sirk eğlencesi değil, palyaçolar düşüp kalkmıyor.
Çok heyecanlı bir gösteri bu. Ama jonglörlüğün akıl almaz numaralarıyla değil, bu el-beden-zihin becerisinin, hikayenin akışkanlığına katkısıyla heyecanlanıyorsunuz.
Özetle bir çağdaş sirk var karşımızda. Dünya dediğimiz sirkin bir yansıması.
Karşınızda oyunun tanıtımında dendiği gibi sadece "Dünyanın en yetenekli jonglörleri" yok. Açıkçası bu cümleye sıkıştırılamayacak bir zihin var sahnede. Daha fazlasını izleyeceksiniz.
Dünya sirkinde, Adem'le Havva'dan bu yana elimizdeki elmaları atıp tutmaya devam ediyoruz. Böyle gelmiş, böyle gider.
"Yazar duruşu" nedir?
Üstelik bunu, parmağını sallayarak ve biraz da haddimi bildirerek söylemişti. Anlaşılacağı üzere, "bir anda aklına gelen" bir düşünceyi, dostça bir söyleşi içinde paylaşmak değildi amacı. Üstünde düşündüğü bir kavramın, "yazar duruşu" kavramının ateşli bir savunucusu vardı karşımda.
Olabilir.
İşin "üslup" kısmına takılmadan ilerleyelim. İnsanların hayatlarının bir döneminde, bir kavramın sağlayacağı iktidar alanına meftun olmaları şaşırtıcı değil.
Sonrasında çok düşündüm: "Yazar duruşu nedir?"
Kendi gençliğimde gördüğüm ağırbaşlı, düşünceli, ulaşılmaz ve her sözünde bir hikmet saklı olan figürlerden mi alıyordu bu duruş gücünü?
Bilmediğimiz bir yerlerinde yaraları olan, dert yanardağının içine düşmüş insanlar mıydı yazarlar?
Kendini ağırdan satmakla, bilginin sahibiymiş gibi davranmak arasındaki çizginin kalınlığı neydi?
İflah olmaz bir romantizmin, sadece yeri geldiğinde sunulan ironiyle harmanlandığı bir cümle miydi yazar?
"Fotoğraf çektirirken gülmeyin," diyenini de duymuştum. "Pişmiş kelle gibi sırıtmayın"la, "yazar dediğin derin bakar" arasında bir değerlendirme olsa gerek bu. Peki ama neden? Yazarın, bedeniyle vaadettiği ve bilmediğim bir şey mi vardı bu "yazar duruşu" formülünün içinde?
Bu söylediklerimin çoğu, Gezi Direnişi öncesinde defterlerime not düştüğüm şeyler. O zamanlar daha çok beyin patlatmışım bu meseleye demek ki. Ama arada sırada, özellikle daha çok kullandığım Twitter ortamında gezinirken aklıma yine düşüyor. Özellikle de takip ettiğim ya da arada yazdıklarına baktığım yazarlara söylenenleri falan okuduğumda.
Konunun orta yerine Gezi'yi yerleştirmem boşa değil, hemen söyleyeyim. Çünkü bu süreci "içeriden" yaşayanlarla, "gözlemci" pozisyonunda kalıp büyük değerlendirmeler yapanlar arasında bir üslup farkı var.
Orada olan yazarlar vardı. Bir de oraya bakan yazarlar.
Dolayısıyla şu "yazarlık duruşu" meselesine bu sürecin sonrasında daha geniş bir çerçeveden bakabiliyorum. Ya da baktığımı sanıyorum. Neyse…
Yanlış anlaşılmasın; o duruş dediğiniz şey, öyle değil böyle olmalı gibi bir cümle kurmayacağım. İsteyen istediği gibi durabilir, durmalıdır da. Ben sadece bu meseledeki ikiyüzlülüğe odaklanıyorum. Meyhane ortamında türlü maymunluk yaptıktan sonra, okurların karşısında "ağır abi" olanla benim meselem. "Yahu yazar dostlarının yanında her şekle giriyorsun da, okura mı senin havan?" diyesim geliyor. Oysa, edebiyatının varlığı o yazar arkadaşların değil, okurların. Bir süzgeçten geçirilmemiş gerçek yüzünü göstermen gereken, aslında onlar. Hayatın içinde nasılsan öyle olsan edebiyat arenalarında da… Zor mu? Yanlış mı? Nasıl normalde ağır bir adamsan okurla buluştuğunda takla atmanı istemiyorsak, normalde eğlenceli bir adamsan okurla buluştuğunda düşünceli-dertli hallere bürünmeni de bir o kadar istemiyoruz.
"Ben okurla buluşmam," diyorsan itirazımız yok. Ama hem burada biraz olayım, buradan biraz sosyal medyaya bakayım, buradayken edebiyat ortamlarına iyi geleyim, buradayken de okurlara kutsallığımı hissettireyim diyorsan, durum tatsızlaşıyor.
Peki bu yazıyı neden şimdi yazıyorum? Nedeni basit, bu aralar Celine okuyorum.
Şimdi bu yazıyı okuyanlara sormak istiyorum: "Yazar duruşu nedir? Yazar nasıl davranmalıdır? Bu davranışların bir kalıbı çıkartılabilir mi? Yazar olmak isteyen herkes o kalıba dökülebilir mi?"
Nedir yani?
Bir sabah, insanlık kendisini bir hamamböceğine dönüşmüş olarak bulur!
Bir blog yazısı kaç kişi okuyunca 'başarılı' sayılır?
Bu medyanın iyi bilinir isimleri "Blogger" denmesini tercih ediyorlar kendilerine. Ben de öyle diyeyim o zaman.
"Biz bloggerlar genelde kıskanırız birbirimizi, bir başkasının sayfası bizimkiniden çok okunsun istemeyiz," dedi.
Ve şöyle devam etti: "Bir blogger sürekli olarak, sayfasının verilerini takip etmek zorundadır. Ne kadar okunduğunu, kaç kişiye ulaştığını bilmek zorundadır. Hatta ben, çoğu zaman, takipçi sayısı çok olan blogların verilerine bile bakıp diğerleri hakkında bilgi topluyorum."
Ben de çevremdeki herkese blog açmalarını öneren biri olduğumu, öğrencilerimi bu konuda hep desteklediğimi ve rakamlara kapılmadan, içeriğe odaklanılmasını önerdiğimi söyledim. Bu önerimi bir çeşit 'hainlik' olarak konumlandırdı sanırım, çünkü "Sakın böyle söylemeyin, rakamlar önemlidir, kesinlikle hangi yazıda kaç saniye kalındığını bile takip etsinler," dedi.
Anlaşamayacağımız belliydi. Ama yine de devam ettik sohbete. Bu durumu sevdim.
"Peki sadece okurun ilgisine bağlı kalmak, yazdıklarınızı etkilemiyor mu?" dediğimde, dürüst bir cevap verdi. "Etkiliyor ve bence bu çok normal. Çünkü çok kişi okusun diye yazıyorum, bu durumda okur neye daha çok ilgi gösteriyorsa onu yazmam da çok doğal."
Elbette sohbet uzayabilirdi. Çünkü, sadece rakamlardan oluşan bir veri tabanının, istediği 'çok okunma' eyleminin gerçekleştiği konusunda garanti veremeyeceğini falan söyleyebilirdim. Ama tek yaptığım ukalalık olurdu bu durumda. Çünkü karşımdaki blogger, hayata benden daha kararlı bakıyordu.
Şimdi kararsız bir blogger olarak soruyorum:
Bir yazı kaç kişi tarafından okunduğunda başarılı sayılır?
Bir yazı bir kişi tarafından okununca, yazarı mutlu olamaz mı?
Başarı nedir?
Bir insan niye blogger olur?
Sizce bu yazıyı kaç kişi okur?
Bu ne yaman çelişkidir ey okur!
Bloglar Ve Renkler
Blogunuzda kullandığınız renkler blogunuzun başarısını etkileyebilir! Blogunuzun yayın yaptığı alana uygun renklerin kullanımı, bu renklerin birbiriyle iletişimi ve renklerin blogunuzla özdeşleşmesi önemlidir. National Geographic ve sarı rengi düşünün, ya da Starbucks'la yeşili. Başarılı bir blogunuz olursa ve renk kullanımına da dikkat ederseniz neden sizin blogunuzla özdeşleşen bir renk ziyaretçilerinizin aklında kalmasın. Örneğin Blog Hocam turuncu ve yeşil renkle özdeşleşmiştir.
BLOGUNUZA UYGUN RENK NASIL SEÇİLİR?
Öncelikle en sevdiğiniz rengi, tuttuğunuz takımın renklerini unutun! Blogunuzun yayın yaptığı alanı düşünün. Hemen her sektörle ilgili kalıplaşmış renkler vardır bu renkleri kullanmaktan korkmayın. Evet klişe olanı yapın gibi bir anlam çıkıyor fakat yapın! Neden mi? Blogunuza bakıldığı zaman neredeyse tek satır dahi okunmadan yayın yaptığınız alan anlaşılmalı.
BLOG ÇEŞİTLERİ VE RENKLER
Kişisel bloglar: Renk seçimi bakımından en özgür olduğunuz blog türüdür. Bununla birlikte başta belirttiğimiz renk seçimi ihmal edilmemelidir. Seçtiğiniz renklerde bir süreklilik olmalıdır. Kişisel blogunuz sizi yansıttığı için ististna olarak en sevdiğiniz renk, sizi yansıtan renkler seçilebilir. Dikkat edilmesi gereken nokta ise şu olmalıdır; temanızı belirlerken o anki ruh halinizi bir kenara bırakın, o gün çok neşeliyseniz neşeyi çağrıştıran sarı, turuncu gibi renkleri seçmeyin aynı durum moraliniz bozukken de geçerli. Uzun vadede düşünün.
Teknoloji blogu: Teknoloji üzerine bir blog düşünüyorsanız mavi, gri gibi renkler en güçlü seçeneklerinizdir.
Kültür Sanat blogu: Bu alanda yayın yapan bir blogunuz varsa sarı, kahverengi, kırmızı, turuncu gibi renkler ve tonları uygun olacaktır.
Moda blogu: Renk seçimi konusunda diğer alanlara göre daha özgür olduğunuz bir alandır. turuncu, siyah, mor gibi renkleri tercih edebilirsiniz.
Alışveriş blogu: Alışveriş bloglarında kırmızı, mavi tercih etmeniz gereken renkler arasında. Sarı ise alışveriş temasına oldukça uygun.
Sağlık blogu: Renk seçimi konusunda fazla seçeneğiniz olmadığı bir alan diyebiliriz. Beyaz, kırmızı renkleri mutlaka olmalıdır desek abartmış olmayız. Yeşil de doğayı, sağlığı çağrıştırdığı için tercih edilebilir. Mavi ve siyah da kullanılabilir.
Yemek blogu: İştah açan kırmızı rengi kullanmanız gereken renklerden. Yemek tariflerinizin sağlıklı olduğunu vurgulamak için beyaz, doğal olduğunu işaret etmek için yeşili kullanabilirsiniz.
Eğlence blogu: Renk seçimi konusunda özgür olduğunuz bir blog türüdür. Sıkıcı, ciddi görünen renklerden kaçındıktan sonra başarılı seçimi yapmak çok kolay. Sarı, turuncu, mor tercih edilebilecek renklerden.
Spor: Mavi, gri, siyah, kırmızı uygun seçenekler. Blogunuzun içeriği belirli bir spor üzerineyse o sporu temsil eden renkler aşağı yukarı bellidir onları tercih etmek de doğru bir seçenek olacaktır. Örneğin futbol için çim yeşili, basketbol içinse kahverengi ilk olarak tercih edilebilecek renklerdendir.
SONUÇ
Doğru ya da yanlış seçimler olsa da blogun renklerinin belirli olması her zaman avantajdır. Renklerin tonlamalarında değişiklikler yapabilirsiniz. Çok sık olmamak şartıyla bu renkleri değiştiredebilirsiniz. Yukarıdaki renk önerilerinin tam zıttını da yapabilrsiniz bu direkt başarısız olacağınız anlamına gelmiyor. Sıra dışı bir blog tasarımı yaparak şaşırtabiliir, bu dezavantajı lehinize de çevirebilirsiniz. Sadece işiniz biraz daha zor olacaktır, ama imkansız değil.
Yazar Hakkında: Haber Tava ekibi 13 kişiden oluşur ve habere hem sunum hem de içerik bakımından farklılık katmak ister. Haber Tava tarafsız gazeteciliği ve basın ilkelerini benimsemiş her geçen gün daha da ileriye gitme amacıyla çabalarını aralıksız sürdürmektedir.
Haber Tava'yı okumak için http://www.habertava.com
Facebook: https://www.facebook.com/habertava
Bizi paylaşmak kurtaracak
Bu hafta aklımda bir konu var, almadımın facebook sayfasında da bununla ilgili bir yazı paylaştım bu hafta. Konu almamaktan çok vermekle ilgili; paylaşım ekonomisi. Bu konuya kenarından köşesinden değinmiştim önceki yazılarda.
Lafa günümüz toplumundaki yanlızlaşmayla başlayacağım. İnsanların kendilerini sarıp sarmalayan, destekleyen maddi manevi ihtiyaçlarına hemen koşacak bir grubun parçası olmayışlarının eksikliğinden. Eğer geleneksel bir yaşamınız varsa, evliyseniz, akrabalarınız etrafınızda yaşıyorsa, daha küçük bir şehirde yaşıyorsanız nispeten bir koruma, kollanma, paylaşma çemberi içindesinizdir. Bunu bu yaşam biçimini yüceltmek için söylemiyorum, oralardaki eleştirilecek mevzuları bir kenarda tututyorum. Bahsedeceğim kendim gibi büyük şehirlerde yaşayan, bekar, konu komşuyla alakası olmayan insanların toplumda yanlızlaşması. Herşeyimizi kendimiz yapmak ya da parayla yaptırmak zorunda kalmak sanırım dünya tarihinde bize kısmet oldu. İmece usülleri, hep beraber dolma sarmalar, börek açmalar, elinden iş gelenin gidip komşusunun bozulan eşyasını tamir etmesi, hastaya gelen bir kap çorba hangimizin yaşamında var? Kendi adıma iyi arkadaşlıklarım var, bana bunları onlar sağlıyor ama daha az sosyal olanlar, vakti olmayanlar, uzakta oturanlar bu kadar şanslı değil.
Geziden sonra bunlar daha çok düşünülmeye başladı, mahalle forumlarında insanlar yıllardır aynı muhitte yaşayıp merhaba demedikleri insanlarla tanışıp tartışıp, beraber yeyip içip birşeyler ürettiler. Mahelle evleri, takas pazarları kuruldu. Yemekler yapılıp paylaşıldı, bahçeler bağlar ekildi. Bu blogda da paylaştığım birçok oluşum ortaya çıktı( Belki bunların bir listesini yaparım) Ben büyük şehir insanlarının yanlızlığına umutsuzluğuna çareyi burada görüyorum; topluluklar kurmak, yardım etmek, paylaşmak, ısmarlamak, vermek. Vermek kadar almayı da bilmek, istemekten utanmamak. Birçok yerde dile getirdiğim bir fikrim var; iyilık, kötülük, mutluluk, mutsuzluk, cömertlik, cimrilik, dedikodu yayılan şeyler. Siz ne kadar iyilik görüyorsanız başkalarına o kadar iyilik yapıyorsunuz. Cömert birinin yanında cimri kalmayı sürdüremezsiniz. Şu yörenin insanı çok yardımsever ya da şuralılar çok soğuk denir. O yörenin toprağında suyunda böyle birşey olmadığına göre bu bir etkileşimdir. O nedenle bizi kurtaracak şey etrafımıza daha iyi, daha paylaşımcı, sevgi dolu başka türlü bir yaşam olduğunu hatırlatmak olmalı.
Bitirmeden önce paylaşmak istediğim bir facebook grubu var; "Armağan uçuşturma çemberi". Bu grup herhangi bir koşul aramaksızın paylaşmaya dayalı bir grup. Hakkında kısmında şunlar yazıyor :
"Bir ihtiyacın varsa bunu toplulukla paylaş...baska birinin ihtiyacini karsilayan bir armağanın varsa bunu toplulukla paylaş.Bir armagan aldiginda duydugun sukrani da paylas. bu kadar basit.armağan uçuşturma çemberine hoşgeldin!
bu bir armağan ekonomisi deneyidir. ihtiyacımız olan herşeye sahibiz, paylaştıkça bolluk bereket çoğalır.
tek prensibimiz var: ihtiyacın olanı ifade et, paylaşabileceğini sun.
Bu bir eşya, hizmet, bilgi, bağlantı, para, uçuş mili, kalacak bir yer, yani aklına gelebilecek herhangi bir şey olabilir.
Ihtiyacina hemen karsilik gelmezse cesaretini kaybetme, paylasimlar grup sayfasinda hizla akiyor olabilir, ihtiyacini tekrar paylas ki gorunurlugu artsin.
ve armaganin akisina guven.
Bu cemberde birisinden bir armagan aldiginda, duydugun sukrani da bizlerle paylas lutfen. sukran, armagan kulturunun temelidir
paylaşmanın sonsuz olasılıklarına ve mutluluğuna davet ediyoruz seni..."
Ne almadım 20 Aralık-14 Ocak
Birincisi 30 Ocakta hava sıcaklığı sıfırın üstüne çıkmayan şehrimiz Kars'a gidiyorum. 3 yıl önce aldığım bir termal botum vardı ama bu son karlarda su geçirdiğini görmüş oldum. Ayağımı kuru ve sıcak tutacak formüller arıyorum. Bir arkadaşım termal çorap al o ihtiyaç dedi ama bence değil, sonuçta Kars halkı termal çorap giymeden yaşıyor. Ben de botumu tamirciye götürüp su geçiren yerini tamir ettirmeye karar verdim.Ayağıma birkaç kalın çorap giyip, botla çorapların arasına da belki naylon poşet giyebilirim. Nasıl çözüm?
İkincisi bugün babamın doğumgünü. Doğumgünlerinde kendi yaptığım şeyleri hediye ederim diye düşünüyordum ama babama ne yapsam işine yaramayacak gibi. Sonra kendisinin üniversite yıllarında yazmış olduğu şiir defteri aklıma geldi, birkaç yıl önce evden kaçırmıştım onu, zaten kitaplığın bir köşesinde duruyordu yıllardır. O defterdeki şiirleri bilgisayarda yazıp çoğaltmak ve ciltletip kitap yaparak hediye etmek aklıma geldi.Şu an hala şiirleri yazmakla meşgulüm.
Bir de İran'a gitmeyi düşünüyorum bu yıl içinde. İran hakkında bilinmesi gereken herşeyi yazan bir kitap varmış, Zafer Bozkaya'nın İran Gezi Rehberi, alabiliyor olsam onu alırdım. Kütüphaneye baktım orada da yok. Acelem yok o konuda, belki birinde vardır bulurum..
Blog Hayatından Pozitif Düşünmek
Bir şeye nasıl bakarsan onu görürsün anlayışının olumlu tarafına bakmaktır pozitif düşünmek. Yani ''iyi düşünürsen iyi olur '' anlayışıdır pozitif düşünme anlayışı. Blog yazarken pozitif düşünmek ne işe yarayabilecek faydalı ve gelişiminizi geliştirmeyi planladığım başlıkları inceleyeceğiz.
Blog yazarlarının en büyük sorunudur spesifik düşünememek. Bende bu sorunu yaşadım ve birazdan yazacağım uygulamalar benim spesifik olup , tarz yaratmamı sağlayacak olgulardır. Çoğu blog yazarı büyük bir heves ile açtığı bloğunu yarı yolda terk eder. Öksüz kalmış blogların örneği oldukça fazla. Amerika'da bloglara verilen değerin %25 inden fazla değer verilmiyor bloglara. Aslında günlük gazete alıp okumak neyse beğendiğiniz blogları takip etmekte aynı anlama gelir. Güncel kalmak için bloglardaki yazarların paylaştıklarına ihtiyacınız vardır. Çok bloglar çöp olmuş olsa da onların arasından ayrılıp çıkanlar gerçek, değerli, öğretici, faydalı bloglar olduğunu söylemek isterim.
Acemilik dönemini atlatan blog yazarlarının en büyük sıkıntısı ise özgün konu bulamamaktan geçer. Ve her yöne yönelmeye başlar. Bu ise bloğunun belli bir konusu olmadığını gösterir. Bu durumda Sanat seven bir ziyaretçi senin sitene girdiği zaman, futbol ile ilgili bir makale gördüğünde o siteden çıkması işten bile değil. Tamam belki tek bir konu üzerinden gidemeyebilirsin ama, birbirinden bağımsız, alakasız konular seni ziyaretçi yokluğuna sürükler. Şöyle bir bakalım.
Tiyatro ve Sinema kategorileri birbirinden farklı şeyler olsa da işlevleri yakın olduğu için ziyaretçiye abes görünmez. Aksine belki onu Sinema alanından tiyatro alanına da çeker.
Sanat ve Spor kategorileri ne kadar anlamsız değil mi. Senin ziyaretçin senin futbol, basketbol, voleybol ile ilgili yazılarını okumaya geliyor. Ama siteyi açtığında karşısında Mona Lisa'nın bilinmeyen gerçekleri adlı bir başlık onu ne kadar tatmin eder bilinmez.
Bu konuları biraz açıkladıktan sonra blog yazarken içerik üretmeniz için pozitif düşünecek bir kaç nokta üzerinde duracağım.
Faydalı yazılar yazmaya özen gösterin
Eğer bloğunuza geri dönüş, sadık ziyaretçi istiyorsanız başlamanız gereken ilk yer faydalı konular hangileridir sorularını sormak olacaktır. Bu sorunun cevabını kendinize verebildiğiniz bir konu var ise o konu üzerinde yoğunlaşmanız ve farklı yerlerde aynı konu başlıklı yazı var mı diye göz atmalısınız. Sebebi ise onu kopyala yapıştır yapmak değil ondan daha güzel bir şey yazmak içindir. Yani ilk önce rakibini tanı ve onu egale et.
Yazmak için yazmayın
Bazen aklımıza bir şey gelmediğinde bu gün bloğum boş kaldı, bir şeyler yazmalıyım, kopyala yapıştır mı yapsam ? diye düşünceler geçirmeyin aklınızdan. Bir ziyaretçi sitenize girdiğinde ne kadar makale yazdığınıza değil, nasıl makale yazdığınıza, yazının akışına bakar. Zaten yazılarınızı beğeniyorsa her gün sitenizi ziyaret ederek yeni bir makale yazıp yazmadığınızı kontrol eder. Bunlar sadık ziyaretçilerdir. Onlara sahip çıkın.
Enerjik olun
Bir makale yazmak istediğinde ruh halin seni etkileyen en büyük etkendir. Eğer moralin bozuk canın sıkkın ise o kullanacağın klavyeden güzel , akıcı , faydalı bilgiler çıkmayacaktır. Boşuna zamanını harcarsın. Eğer enerjik olup olaylara pozitif bakarsan hemen başının üstünde bir lamba yanacaktır. İşte o senin konun olacak. Dikkat et enerjik olduğun zaman yazın o kadar akıcı olur ki sen bile kendine dur demekte zorlanırsın.
Sakin olun
Belki Yukarıda ki madde ile çelişiyor diye düşünen okuyucular olabilir ama ne var ki enerjik olmak ile sakin olmak arasında uçurumlar arasında büyük fark var. Oturdunuz bilgisayar, tabletin başına kafaya yazı yazmayı koydunuz. İnat ettiniz, ben bu gün makale yazacağım dediğiniz zamanlar olabilir. İlk önce sadece derin bir nefes alın ve kendinize Sakin ol ''x'' sakin ol ''y'' komutunu verin ve kafanızı dağıtacak şeyler yapmaya özen gösterin. Pozitif düşünün ani karar vermek sizi bloğunuzdan soğutur. Sakin olun ve neler insanlara faydalı olabilir , ben hangi alanda yazabiliyorum , ben yazabiliyor muyum sorularını kendinize sorarak hatayı kendinizde aramaya devam edin. Çünkü bu sizi geliştirici bir hamledir.
Müzik dinleyin
Eğer çok ciddi bir konu hakkında eleştiri, sitem gibi konulardan bahsetmeyecekseniz slow parçalar açarak ruhunuzun dinlenmesine yardımcı olun ve yanınıza sevdiğiniz bir içeceğinizi alarak bu işi zevkli hale getirin. Bir işi severek yapmanın meyvesini gelen ziyaretçilerin yazılarını okuyarak yorum attığı zaman alacaksın, senden mutlusu olmayacak, için içine sığmayacak belki de.
Uzun yazmaktan kaçmayın
Eğer , uzun yazarsam okuyucular benden sıkılır okumadan çıkar diye düşünürsen, yanlış düşünmüş olursun. Bir yazı ne kadar özgün ve ne kadar faydalı ise o kadar okunur. Okuyucu bilgiyi hızla sömürüp siteden çıkmak ister. Fakat sen bilgiyi bir pastanın aynı dilimleri şeklinde dağıtmaya önem gösterirsen okuyucu zaten yazını zevk alarak okuyacak ve sıkılmayacaktır. Nitekim sende bu yazıyı şu an okuduysan demek ki sıkılmamış ve faydalı bir şeyler öğrendiğini düşündüğün için devam etmişsin. Hem ''Google amca'' da uzun makaleleri arama sıralarında üste koymayı çok seviyor.
Yazının çizgisini bozmayın
Eğer yazına başladığında devam etmekte zorlanıyorsan o yazını silmelisin ve yeniden düşünmelisin. Eğer yazıya başladığın yer ile bitirdiğin yer SANAT ve SPOR örneğinde verdiğim gibi ise okuyucunun kafası karışır ve bu senin imajını zedeler. Belli bir çizgide dur ve o çizgiyi bozma. Mesela ben blogda pozitif düşünme konusundan girdim ve yazıma pozitif düşünerek neler yapabileceğin hakkında örnekler verdiğim çizgiden şaşmamaya çalışıyorum. Başarabiliyor muyum her zaman değil , bazen konunun dışına çıkmak gerekiyor, bunu yaptığında ise çizgiyi bozdun demek, yani çizgine geri dönmelisin.
Yazar hakkında: Necati karakaş, 22 yasında üniversite son sınıf ögrencisiyim. Psikoloji eğitimi aldığım için hangi konularda nasıl davranmanız gerektiği hakkında yazılar yazdığım blogumda güncel konuları yazmaktan zevk alıyorum. Konuşan Adamlar isimli Bloğumda faydalı olabilecek yazılar yazmaya devam ediyorum.
1 kutu şampuanla bir yıl nasıl geçer derken
Saçlarım yağlı, gün aşırı yıkamazsam kahkülleri alnına yapışan biriyim. Sağdan soldan karşıma çıkan, denk gelip de okumadığım "no poo" diye bir akımla ilgili yazılar vardı, almamayla başlayan süreçte bu yöntemi araştırmaya karar verdim. Şampuanların içindeki kimyasallarla saçımızdaki yağ düzenini bozduğunu ve aslında şampuanlamasak saçımızın yağlanmayacağına dair bir görüş var, bu kimyasallar temizlik malzemelerine katılan kimyasallardan ve saç derisini tamamen bozuyor. Dünyada milyonlarca ( bir yerde 15 milyon diye okudum) insanın uyuladığı "no poo" yöntemi, saçı karbonatlı suyla yıkayıp sirkeli suyla durulayarak saçı temizlemek. Sonuçta saçların daha sağlıklı ve daha gür olduğu iddia ediliyor. Henüz bu yöntemi uygulamaya geçmedim ama üç haftadır saç yıkma sıklığımı azalttım, ayrıca durulama suyuna elma sirkesi katıyorum. İlk hafta 3 günde bire, bu hafta da 5 günde bire indirdim. Üç haftada etkisini gösterdi, şu an 4. gündeyim mesela ve saçlarım hiç de o kadar yağlı değil. Saçını az yıkamaya başlayan birkaç arkadaşım daha saçlarının daha sağlıklı olduğunu ve daha az yağlandığını söylüyorlar. Bir süre böyle gidip yağ dengesini oturttuktan sonra şampuansız yıkamayı denemeyi düşünüyorum.
Bununla ilgili çok yazı var "no poo" ya da şampuansız diye ararsanız çıkıyor, üşenenler için bir türkçe bir ingilizce link:
http://evcilikhayati.blogspot.com.tr/2014/07/no-poo-sampuansz-sac-temizleme.html
http://babyrouge.blogspot.com.tr/2011/06/why-i-only-wash-my-hair-once-week-and.html
Bir lokma bir hırka
Evimdeki eşyaların bir çoğunu satın almadım, her şeyim bir yerlerden geldi, o yüzden de hepsi benim için çok değerli. Melih'in annesinin aslan ayaklı masa ve büfesi, sokakta bulduğum tahta masa ve ayna, taşınılan bir evde bulduğum ve Ali Kaş'a giderken istediği ama vermediğim retro koltuk..Bir eşya ne kadar çok insan tarafından kullanılırsa o kadar değeri artıyor gözümde. Bu da bir tür ikinci el eşya takıntısı, yani eşyaya değer vermek; tam da mücadele ettiğim şey ama ters köşeden geldiği için masum görünüyor gözüme. Eşyaların yanı sıra bir de aksesuar kalabalığı var, resimler, lambalar, şişeler, biblolar, mumlar; evi ev, seni sen yaptığını sandığım şeyler.
Almamayla çıkılan yolda karşıma başka şeyler de çıkıyor, farkındalıklar farkındalığı getiriyor. Merak edip araştırdıkça atık çıkarmayanından, hiç para kullanmayanına, kendi temizlik malzemelerini kendileri üretene kadar birçok insanın birçok şeye meydan okuduğunu görüyorum. Bunların hepsini bir gün uygulamaya geçirmek üzere aklımda bir yere yazıyorum, ama bunların arasından almamanın yanı sıra ivediyetle uygulamak istediğim şey az eşyayla yaşamak. Bugün okuduğum bir yazı Çin'de yaşayan bir beyaz yakalının kullandığı bütün eşyaları 100 adetle sınırlaması üzerineydi. Hayatını değiştirip minimalist bir yaşama geçen Wand Zhe'nin bunu yapma sebepleri benim almama sebeplerime yakın. Ben de almamayla geçen bir yılın sonunda temiz, kaliteli,sağlam, ekolojik ve az eşyayala kalmayı hedefliyorum. Yukarıda yazdığım gibi özellikle eski eşyayla kurduğum bağı düşünürsem bu biraz zor geliyor ama temel mobilyalardan değil daha küçük şeylerden başlayıp azaltabildiğimi azaltmayı düşünüyorum. Yarın evi elden geçirip neleri azaltacağıma bir bakacağım, bakalım nelere kıyıyorum. Wand Zhe'nin röpörtajı burada.
Google de Birinci Sırada Çıkmanın Sırrı!
Google de birinci sırada çıkmanın sırrı çözülmüş olsa, ve her yazdığınız makale ile google aramalarda ilk sayfada çıksanız, müthiş bir keyif alırdınız değil mi? Google aramalarında bir kez ilk sırada çıktığınızda artık geriye dönüş yoktur. Evet sonunda hak ettiğim yerdeyim der ve geriye yaslanıp, Google Analytics den Gerçek Zamanlı sekmesine basıp tadını çıkartmaya başlarsınız. Bir hangi içeriğe girildiğini merak eder, bir trafik kaynağına bakarsınız. Arada birde mobil mi? Masa üstü mü? Google da birinci sırada çıkmak hazırlıksız yakalanan blog yazarının aklını başından alır.
İlk sayfa da bile çıkmanın yanına yaklaşamayan yüz binlerce yazar varken, nasıl Google Birinci Sırada Çıkmak dan bahsedersin diyenleri ve haklı isyanlarını duyar gibiyim. İçimizden bazıları da ne isyanı ver artık şu formülü diyor. Arkadaşlar içiniz rahat olsun bunun formülünü vereceğim. Fakat yıllarca kafa patlatıp ele geçirdiğim bu formülü her halde ilk satırlarda açıklayacak değilim:). Şundan emin olun. Yazı bittiğinde sizde Google aramalarda ilk sırada çıkmanın keyfini yaşamaya aday bir yazar olacaksınız.
Hayal değil gerçek örneklerle, Google da ve diğer arama motorlarında ilk sırada çıkan yazılarım ile size yol göstermeye çalışacağım. Sizden ricam bu olayı sadece bir kez önce hayal etmeniz. Gözlerinizi kapatın. Sitenizdeki sayfa sayacının delirmiş gibi saniyede bir attığını düşünün. Hayali bile yetti değil mi? Gelsin ilk sıralar, ziyaretçiler, İnternet alemi admin görsün, blogger görsün. Sen değil miydin Google aramalardan günde 2 tekil gönderen? Şimdi yaktım çıranı Google efendi. Çıkarma beni ilk sırada da göreyim. Hayal etmeye devam. Delinin biri bu formülü ele geçirse. Çok gizli algoritmaları çözse, ne bileyim yada Türk usulü bir aracı koyup, Google merkezden bu tekniği sızdırsa.
Bunu hayal eden arkadaşlar yazımızı okumaya devam etsin. Hayal etmeyenler için yazının son cümlesi bu olsun. Biz geride kalanlar ile devam edeceğiz. Hayal etmek başarıya giden yolda yanımızdan ayırmayacağımız bir yol arkadaşı olacak. Hayal gücümüz bize yazımızı yazarken, blog da seo yaparken, ön izlemede yayına vermeden önce son rötuşlar için hep lazım olacak. Artık madde madde gidebiliriz. Google Birinci sırada çıkmanın altın formülü neymiş öğrenebiliriz.
Google da 1. Sırada Çıkmanın Sırrı
Google da 1. sırada çıkmak için ilk önce hayal etmeyi öğrenmeniz gerekir. Herkes nasıl olur derken, ben ilk sayfada çıkamayan blogcu arkadaşlara şaşıyorum. Tamam ilk sıra çok iddialı ama ilk sayfa asla imkansız değil arkadaşlar. Dünya üzerinde hiç bir formül yoktur ki sizi ilk yazınızda ilk sırada çıkarsın. Google gerek web mastırı gerekse blog yazarını bir gelişim süreci içerisinde takip eder. Ve gösterdiği performans çerçevesinde Google aramalarda yerini belirler. Bu kadar kapsamlı bir konuyu teknik detaylara boğmadan sizlere sunacağım. Yukarıda ki Google sıra sorgulama işleminde sadece ilk sırada değil ayrıca 2. sırada da yine e aktuel urunler.com yani biz varız. Hemen altta yer alan tablo da ise görüntülenme sayımız mevcut. Bu rakamlara ulaşmak asla imkansız değil. Gelin hep birlikte Google da 1. Sırada Çıkmanın Sırrı neymiş okumaya ve uygulamaya başlayalım.
Sitenizi yayına verdiniz. Birinci makaleniz üzerinden bir kaç gün geçti ikinciyi de yayımladınız. Artık bir haftalık bir siteye sahipsiniz. Fakat giden gelen yok. İlk indexi almak kolay değildir. Google indexinizi sağlayan ve Örümcek olarak adlandırılan Google Botları blogunuzu muhtemelen bir hafta içinde tanımaya başlar. Bunun içinde aralarında en tecrübesiz olanı size yönlendirir. Halk dilinde biz bunlara ayakçı deriz. Fakat işi askeri sistem içerisinde anlatmak en ideali olacak. Sitenize ilk gelen asker (örümcek, google botu) Er dir. Yani gel dersin gelir, git dersin gider. İlk 15-20 içeriğinizde Er rütbeli örümcek, blog içeriğiniz ile ilgili detayları, yazılarınızın güncellenme sıklığını ve kategorik durumunu On başı olan üstüne rapor eder. Burası sizin ilk geçeceğiniz sınavın yeridir. Onbaşı elindeki raporlara bakarak sizi kendisi denetlemeye karar verir yada Er olan örümceğe dönerek, sen bunları15 gün daha gözlem altında tut der. İlk aşamayı tek seferde geçemeye bakın yoksa O 15 günlerin arkası gelmez. Peki Google 1. sırada çıkmanın sırrını bize getirecek ilk aşamayı nasıl geçeceğiz de sitemizi On Başına denetlettireceğiz.
- Sitemizin adı ile gireceğimiz içeriklerin başlıkları aynı kelimeler içerisinde yer alması gerektiğinden Blog yada Site adımızı seçerken çok iyi düşünmeliyiz. En kısa ve en net olan alan adını seçmeliyiz. İleride Google Adsense ağından para kazanacağımız için Adsense uygun olmayan alan adlarından uzak durmalıyız. Nasıl mı? Ben alan adımı alırken Bim aktüel ürünler ya da a101 aktüel ürünler gibi bir seçim yapabilirdim. Yapmadım neden? Markalara ait alan adları Adsense politikalarına uygun olmaz da ondan. İleride başvurunuz telif hakları ihlali adı altında değerlendirilir. Bu yüzden Ben blogumu en iyi anlatacak ve yaptığım işi özetleyecek olan E Aktüel Ürünler .com adlı alan adını seçtim.
- Tema seçimi 15 günde 2. aşamaya geçme yolunda bizim elimizden tutmalı, sıkıntı anında destek olacak bir dost gibi olmalı. İlk okul çocuklarının resim kâğıdına yaptığı sulu boya gibi sağı solu akmamalı. Temaya kafa yormayın diyen yazılara aldanmayın, tema isimden sonra gelir. Bu dönemde dikkat edeceğiniz en önemli kıstas temamızın mobil uyumlu olup olmadığıdır. Google da tema ararken Responsive kelimesini yazarak tema araması yapın. Market yada mağaza sitesi mi yapıyorsunuz responsive online mağaza teması gibi arama yapın. Ve seçtiğiniz temanın mobil uyumu var mı? Mutlaka öğrenin. 2015 Mobil yılı olacak. Abartma demenize gerek yok. Bakın sizlerin bile birçoğunu bu yazıyı cep telefonundan okuyor.
- Alan adını ve tema işini hallettiğimize göre sıra geldi içerik oluşturmaya. Maalesef bunun için biraz daha bekleyeceksiniz. Yok öyle hemen iki günde içerik oluşturmaya başlamak. Şimdi sırada En az bir sosyal medya ağında kendinize sayfa hazırlamalısınız. Bizim en aktif olduğumuz ağ Facebook sonra Youtube. Siz en az birinde görseli, tasarımı, blog ile ilgili bağlantı linkleri v.s hepsini tamamlanmış bir pozisyon da yayına hazırlık yapmalısınız. İşin bu ayağı halledildikten sonra içerik oluşturmak için son aşamaya 1 adım kaldı demek.
- Oluşturacağınız içerik ile ilgili anahtar kelime analizleri yapmayı öğreneceksiniz. Bunun nasıl yapıldığını Blog Hocam'ın Google İle Anahtar Kelime Araştırması adlı yazısından öğrenebilirsiniz.
- Nihayet yazımızı yazmaya başlayabiliriz. Şimdiye kadar yaptıklarımızı gözden geçirelim.
- Hangi Konuda yazacağımızı belirledik
- Buna uygun, blogu en iyi anlatacak maksimum 3 kelimeden oluşan bir alan adı yine üç yıllığına satın aldık.
- Temamızı seçerken Responsive yani Mobil uyumlu olmasına özen gösterdik.
- Sosyal Medya sayfaları oluşturduk.
- AdWords Anahtar Kelime planlayıcı ve diğer yöntemlerle Anahtar kelime analizi yapmayı öğrendik.
Buraya kadar her şeyi tas tamam. Ve bunları iki günde yaptık. Olmaz arkadaşlar. İki günde bu kadar işi hallede biliyorsanız şimdiye kadar köşe olmanız gerekirdi. Öyle olmadığına göre çok acele hareket ediyorsunuz. Sadece doğru temayı bulmak bile benim 1 günümü aldı. Nerede bunun alan adı, kelime planlama. Sonra olmadı hocam. Olmaz tabi. Acelemiz yok. İşi oluşum aşamasında aceleye getirirseniz Er olan asker ile her 15 günde bir görüşürsünüz. İnce eleyip sık dokuyacağız. Kuruluş aşamasında atacağımız bu temelin üzerine sitemizin kolonları yerleştireceğiz. Bu kolonlar bizi Google da 1. sırada çıkaracak yazıları taşıyacak. Şu anda biz öyle sağlam bir temel atıyoruz ki, hiç bir Google Güncellemesi bırakın yıkmayı sallayamayacak bile. Her güncelleme bizim lehimize olacak.
Benim tavsiyem şu dur; ben her konuda yazabilirim diyorsanız, alan adını almadan anahtar kelime planlayıcı aşamasını birinci sıraya koyun. Belirlediğiniz konular hakkındaki anahtar kelime araştırması yapın. Ve rekabet edebileceğinize inandığınız anahtar kelimelerden oluşan bir blog yapın. Yok, ben her konuda yazamam, uzman olduğum alanda ilerleyeceğim diyorsanız sıralamayı değiştirmenize gerek yok. Saydığım adımlar arasında mutlaka zaman aralığı yerin. Kafanızı rahatlatacak şeyler yapın. Alan adını buldum diye hemen satın almayın. İki, üç saat hava alın, kafanızı dağıtın ve rahatlamış beyinle bilgisayar başına oturun.
Google Örümcekleri için artık hazırız. Yaptığımız blogun temeli o kadar sağlam ki, artık örümcekler bizden korksun. Şimdiye kadar yazdıklarım blogunuzu zirveye taşıyacak ve orada kalmanızı sağlayacak olan yazı dizimin en önemli yapı taşları idi. Bu temel üzerine öyle bir bina yapmalıyız ki, Sultan Ahmet Camisi gibi, Ayasofya müzesi gibi, Taç Mahal gibi hatta Çin Setti gibi. Gelen tekrar gelmeli, gören memleketinde eşine dostuna onu anlatmalı. 2500 yıllık Kız Kulesi gibi her daim ayakta kalıp, varlığıyla ben buradayım demeli. Fark ettiniz değil mi? Bu yapıların en büyük ortak özelliği sağlamlığı ve mimarisi. Bizler blogumuzun mimari işini tema konusu ile çözdük. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Google da 1. çıkmak için bunlar yeterli mi? Hepsi bu kadar mı? Hayır arkadaşlar hepsi bu kadar değil. Yapımızın kolonları olarak tabir ettiğim 2. aşamada kaliteli ve Google uyumlu yazı nasıl yazılır, onu anlatacağım. Yukarıdaki görsellerle ilgili olan sayfaları ziyaret ederek hangi yolu izlemişim, analiz etmeye çalışın. Yazılarımda nelere dikkat ettiğimi isterseniz not alın ve bir sonraki yazıma kadar bu sayfalardaki yazıları örnekleyerek kendi makalelerinizi oluşturun, yayınlayın. Geri dönüşler hangi yönde mini bir gözlem yapın. Bir sonraki yazım Allah nasip eder de ölmez sağ kalırsak. Google 1. çıkmanın 2. aşaması olan Google uyumlu makale ve doğal seo nasıl yapılır onu anlatacağım. O zamana kadar kalın sağlıcakla.
Yazar Hakkında: Merhaba ben Selahattin Barışkan, 2010 yılında Dünyanın en büyük çöplüğü olarak gördüğüm İnternet ortamına sıfır bilgi ile giriş yapan, ardında 6 tane çöp site bırakan, bugün bilgi ve birikimimi E Aktuel Ürünler .com için kullanan sizin gibi biriyim.