Sitenizin Bırakacağı İlk İzlenimi Belirleyen 6 Temel Kriter

Yeni bir site keşfettiğinizi varsayalım, siteye biraz da alıcı gözüyle bakıyorsunuz. Siteye bir daha girecek misiniz yoksa girmeyecek misiniz, bunun kararını hangi kriterlere göre verirdiniz?

ilk izenim


Sitenin Açılış Hızı
  • Site açılırken ziyaretçiyi çok bekletiyor mu?
  • Sitede dolaşırken ziyaretçiyi çok bekletiyor mu?

Sitenin Genel Görüntüsü
  • Tema çok karmaşık mı?
  • Tema göz yoruyor mu?
  • Tema göze hitap ediyor mu?
  • Sitede teknik hatalar var mı?
  • Sitede dil ile ilgili eksiklikler var mı?

Sitenin Genel İçerik Durumu
  • Sitedeki ilk sayfa içerikleri neler, ilgimi çekebilecek bir şey var mı?
  • Sitede en çok okunan yazılar, son yazılar, en çok yorum alan yazılar vs. gösteriliyor mu? Bu yazılar ilgimi çekiyor mu?
  • Sitede hangi kategoriler mevcut?
  • İlgimi çekebilecek bir kategori(ler) var mı? Varsa bu kategori(ler) benim işimi ne kadar görür? Bu kategori(ler) ne sıklıkta güncelleniyor?
  • Sitedeki içerik sayısı nedir? Kategorisi çok olan ama çoğu kategoride içerik olmayan bir site mi? Kategorisi az ama içerikleri doyurucu tarzda bir site mi? Hem kategorisi çok hem de içerikleri bol olan bir site mi?
  • İlgimi çeken bu kategoriler ve içerikler kaliteli mi, içerikler bana ne kadar katkı sağlar?

Sitedeki Sosyal Hareketlilik
  • Sitedeki yazılara yapılan yorumların düzeyi nedir? Sitede in cin top mu oynuyor, yoksa her yazının altında en az 10-15 yorum aldığına kanaat getirebilir miyim?
  • Sitedeki sosyal medya aktivitesi nedir? Eğer yüksek sayısal değerler varsa bu değerlerin hepsi organik midir?
  • Site aktiviteleri sosyal medyada ne ölçüde paylaşılıyor? Siteye girmesem bile sosyal medyadan takip etme imkanım var mı?

Sitedeki Gelir Getiren Unsurlar
  • Sitede reklam var mı? Varsa sitedeki sayısı, yerleşimi kullanıcı tecrübesini nasıl etkilemektedir?
  • Sitede banner reklam var mı? Yani başka kişiler/firmalar para verip reklam alacak kadar sitedeki istatistiksel bazı değerleri iyi buluyor mu?
  • Sitedeki tanıtım yazıları, advertorial içerikler vs. sitedeki içeriklerin önüne geçiyor mu?

Site Sahibi/Site Ekibi
  • İçerikler ne sıklıkta ekliyor?
  • Yorumlara cevap veriyor mu? Cevap verilebiliyor mu? Verilen cevaplar ziyaretçiyi memnun etmiş mi?
  • Karakter yapıları nasıl? Yani ziyaretçiye yaklaşımları nasıl, olumsuz durumlarda nasıl bir tavır sergiliyorlar?
  • Alanında tecrübeli mi? Tecrübesini kanıtlamış mı?

Ziyaretçiler bu ve bunun gibi kriterleri tek tek kontrol etmeseler bile farkında olarak veya farkında olmadan girdikleri sitelerde bu gibi sorulara cevap aramaktadır. Bu gibi soruların cevapları da sezgisel düzeyde açığa çıkmaya başlayınca (yani site ile ilgili bir izlenim oluşmaya başlayınca) ziyaretçi bir sonuca varır. Buna göre de sitede sadece ziyaretçi olarak mı kalacak yoksa belli aralıklarla siteyi ziyaret ederek takipçi olarak devam edecek karar verir.

Yazar Hakkında: siradanyazilimci.com sitesinde ilgilendiğim alanlar üzerine tecrübe ettiğim şeyleri paylaşıyorum.

Bob Dylan'dan Kaan Tangöze'ye

Bob Dylan, müziğin belirleyicilerinden.

Otobiyografisinde Robert Johnson'ın vasiyetinden neler aldığını anlatıyor: "Johnson şarkı söylemeye başladığında, Zeus'un kafasından tam tekmil zırhıyla fırlamış bir adam gibi görünüyordu... Sonraki birkaç hafta boyunca plağı tekrar tekrar dinledim... Lirikleri ve yinelenen kalıpları, eski tarz dizelerinin yapısını ve kullandığı serbest çağrışımı daha yakından inceleyebilmek için Johnson'un kelimelerini kağıt parçalarına yazdım."

Mirasından yararlandığı başka isimler de var... Woody Guthrie, Hank Williams, Francis James Child.

Sadece ozanlar değil Dylan'n baktığı yerde duranlar. En büyük ilhamını aldığı isim Arthur Rimbaud. "Je est un autre (Ben bir başkasıdır)" dizesinin kendisindeki etkisini çok önemsiyor.

Bu sabah Kaan Tangöze'nin "Gölge Etme" isimli albümünü dinlerken, aklıma Dylan geldi sıklıkla. Akustik gitar-armonika ikilisinin etkisi değil bu. Duruşun, kaynakların ve samimiyetin etkisi.

Karacaoğlan, Aşık Mahzuni Şerif, Özdemir Asaf...

Bob Dylan, Eddie Vedder, Kurt Cobain.

Ama bütün isimlerden öte bir mesele var Kaan Tangöze'nin müziğinde. Yeni, temiz, farklı falan olmak derdinde değil. Meselesi var. Kaygıları var. Cesareti var. Hikayesi var.

Tangöze'nin albümü çokça konuşulacak. Kesin. Müziğin bugün yapması gerekenleri yapan, söylemesi gereken sözleri söyleyen bir albüm çünkü.

Şimdi izninizle dinlemeye devam edeyim. Sonra yine yazarım bu konuda.



Siz de bir ‘Ö.T.E.K.İ.’ misiniz?


Bilinmeyenin peşine düşmek. Merak edileni kurcalamak. Sorulmayanı sormak. Yetişkinlerin dünyasında unutulan bu araştırmacı ruh halleri, çocukluğun fon müziğini oluşturuyor. Çocuk edebiyatı da bu müziği sıklıkla sayfalarına taşıyor . Biz yetişkinlerin çocukluk yıllarında üyesi olmak için yanıp tutuştuğu maceracı bir ekip olmuştur mutlaka. Kimimiz Jules Verne’in satırlarında “İki Yıl Okul Tatili” yaşayan yatılı okul öğrencilerinden olmak istemişizdir, kimimiz Enid Blyton romanlarından birinde “Gizli Yediler”in üyesi olmak.

1981 doğumlu İspanyol yazar Pedro Manas, "Ö.T.E.K.İ." (Los O.T.R.O.S.) adını verdiği romanında, çocukların kurduğu yeni bir ‘gizli topluluk’la tanıştırıyor bizleri. Ama bilinen çocukluk romanlarının klişelerini tersine çevirerek. Güçlü, başarılı, maceraya hazır, zeka küpü çocuklar yok bu kalabalık toplulukta. Zaten romanın başarısı ve yeniliği de burada. Okuruna “'Ö.T.E.K.İ.'nin bir üyesi olmak ister miydiniz?” diye sormuyor Pedro Manas. Aksine “Hayat, kimseyi bir sıfata hapsetmeden birlikte yaşamayı başarınca güzel,” diyor.

Hikaye, ‘normal’ bir çocuk olan Franz Kopf’un göz doktoruna gitmesiyle başlıyor. Doktor, Franz’a ‘ambliyopi’ teşhisi koyuyor. Yani ‘tembel göz’ hastalığı. Tedavi için de Franz’a bir göz bandı veriyor. Sol gözünün daha çok çalışması için, iyi durumda olan sağ gözü bir çeşit korsan bandıyla kapatılan Franz, yeni bir hayata başlıyor böylece. Annesinin normalleştirme çabaları, kız kardeşinin alayları, öğretmenlerinin abartılı koruması, arkadaşlarının tuhaf bakışları arasında kalıyor Franz.

Örgütlenmenin önemi

Teneffüslerde bir köşeye çekilip kendi dünyasına kapandığında, başka çocukların da ‘görünmez olma-saklanma’ çabasında olduğunu fark ediyor. ‘Normal’ bir çocuk olarak geçirdiği günlerde, dikkat etmediği bu çocuklarla tanışmasını sağlayan ‘dışlanmışlardan’ İnek Jakob oluyor. Sonunda tam 23 çocuk birleşip 'Ö.T.E.K.İ.’yi kuruyorlar. Yani “Örgütlenen Tuhaf Erkekler Kızlar İleri” topluluğu. Hepsi şifreli bir konuşmayla iletişim kurmaya başlıyor. Elbette okuldaki çocukların onlara taktıkları 'İnek', 'Köftehor', 'Metal Yiyen' gibi takma adlara da veda ediyorlar. 'Köstebek', 'Çöp Öğüten', 'Demir Çene', 'Kule' oluyor adları. Kahramanımız da, 'Mortgöz Franz’dan 'Kobra Göz Franz’a dönüşüyor.

Bu noktadan sonrası maceralara gebe. Topluluğun neler yaşadığını, hangi sorunlarla başa çıkmak zorunda kaldığını anlatmayacağım. Ama Pedro Manas’ı n iki vurgusu önemli. İlki örgütlenme bilinci. Örgütlenme denince herkesin tedirgin olduğu bir dünyada, bunun kötü bir şey olmadığını, aksine doğru bir örgütlenme yapısının sorunları çözmekte ne kadar faydalı olduğunu söylüyor.

Sürprizli son

İkinci konu da çözümün ‘intikam’da yatmadığı. Kimi zaman, hayat bizi öfke sellerine, intikam duygularına sürüklese de, kendimizi bu karanlığa kaptırmanın mutlu etmeyeceğini anlatıyor Pedro Manas. Yine okurun gözüne sokmadan, yine hikayenin bütünlüğünü bozmadan ve ders vermeye çalışmadan.

"Ö.T.E.K.İ. (Gizli Topluluk)" sadece on yaş üstünün değil, anne-babaların da keyifle okuyacağı bir kitap. Javier Vazquez’in çizimleriyle iyice güzelleşmiş bir macera. Ötekileştirmenin çokça konuşulduğu günümüzde, çocuklara herkesin bir diğeri için ‘öteki’ olduğunu sıkmadan anlatan bir roman. Sürprizli sonları sevenleri de mutlu edeceğini söylemeliyim.

Hepimiz 'Ö.T.E.K.İ.' topluluğunun bir üyesiyiz. Bunu kabul edip, birlikte yaşamayı başardığımızda daha güzel olacak bu dünya.

Ö.T.E.K.İ. (Gizli Topluluk)
Pedro Mañas
Resimleyen: Javier Vázquez
Çeviren: Saliha Nilüfer
İletişim Yayınları

104 sayfa

Etkileyici Başlıklar Yazmanın 5 Püf Noktası

Her gün yüzlerce blogda binlerce içeriğin paylaşıldığı bir dünyada insanların sizin yazılarınızı okumasını nasıl sağlayabilirsiniz? Çoğunuzun aklına aynı şey geliyordur muhtemelen; dikkat çekici bir başlık ile…

Bu yazıda dikkat çekici, etkileyici, merak uyandıran ve muhtemelen yazınızın daha fazla okunmasını sağlayacak bir başlığın nasıl yazılacağıyla ilgi yaptığım araştırma ve edindiğim deneyimleri paylaşacağım.

etkileyici başlıklar


Dikkat Çekici Bir Başlık Nasıl Yazılır?

Yazı başlıkları genelde ihmal edilir, akla gelen ilk cümle ile doldurulur. Halbuki başlık üzerinde fazlasıyla düşünülmeli, her bulunan başlıktan sonra kendi kedine “acaba ben bu başlığı görsem yazıyı okumak için tıklar mıydım?” sorusu sorulmalıdır.

Geçtiğimiz günlerde hakkında bir yazı yazdığım inbound marketing ve content marketing ile ilgili slideshare sunumlarını, infografikleri ve blog yazılarını okuduğumda sektörün içerisindeki insanların başlık yazma konusunda nasıl detaylı araştırma yaptığını gördüm ve sonuçları sizinle de paylaşmak istedim.

1. Sayı Kullanın

Başlıklarda sayı kullanmak bir kural değil elbette ama yapılan araştırmalar konusu ne olursa olsun sayı kullanılan başlıkların daha çok dikkat çektiği ve daha fazla tıklandığını söylüyormuş. Gelin bir örnek verelim:

- İyi blogger olmanın yolları
- İyi blogger olmanın 13 yolu

Bu iki başlıktan hangisi sizin dikkatinizi daha fazla çekti? Bence de başlıklarda sayı kullanıldığında okuyucuyu daha fazla cezbediyor. Sanırım sizce de öyle.

2. İlginç Sıfatlar Kullanın

Zahmetsiz, özenli, eğlenceli, ücretsiz, inanılmaz, temel, kesin, garip sıfatları yazı başlığında ismin önüne elediğinizde okuyucuda bıraktığı etki artacaktır.

- Blogger temaları
- Eşsiz blogger temaları

Örnekte gördüğünüz gibi sıfatlar insanların ilgisini fazlasıyla çekiyor.

3. Özgün Kelimeler Kullanın

Özgün kelimeler derken kullanın derken sizden edebiyatçı gibi davranmanızı istemiyorum merak etmiyorum :) Çoğumuzun kullandığı “şey” diye bir kelime var. Yazı başlıklarında şey yerine nedenler, ilkeler, gerçekler, dersler, fikirler, sırlar gibi daha özgün kelimeler kullanın.

- Sizi daha iyi bir blogger yapacak 5 şey
- Sizi daha iyi bir blogger yapacak 5 sır

Gördüğünüz gibi başlık hem daha profesyonel bir şekle bürünüyor hem de okuyucunun ilgisini çok daha fazla çekiyor.

4. Soru Sorun

Ne, neden, nasıl, ne zaman gibi kelimeler tetikleyici kelimelerdir. Üstelik insanlar genellikle Google ve diğer arama motorlarında soru sorarak arama yaparlar. Böylece başlığınız hem kullanıcı, hem de Google dostu olur.

- Blog trafiğini arttırma
- Blog trafiği nasıl arttırılır?

İçeriğiniz aynı olmasına rağmen başlığı ikinci örnekteki gibi soru cümlesi olarak yazdığınızda arma motorlarından gelen ziyaretçinizde de artış olacaktır.

5. Vaatte Bulunun

Okuyucuya yeni bir şey mi öğreteceksiniz? Daha önce hiç yapmadığı bir şeyi mi yaptıracaksınız? Bunu başlıkta belirtin.

- Ziyaretçi sayısını arttıran taktikler
- Bu taktiklerle ziyaretçi sayınız artacak

Gördüğünüz gibi ikinci örnekte okuyucuya bir vaatte bulunmuş oluyorsunuz. Bu oldukça etkileyici bir yöntem gibi gözüküyor. Tabi abartıya kaçmamak koşulu ile.

Son Sözler

Yazı başlıkları, onca emekle hazırladığınız içeriğin ziyaretçi tarafından okunup okunmayacağını belirleyen en önemli faktör. Bu nedenle yukarıda paylaştığım püf noktalarının da yardımıyla yazı başlıklarınıza daha fazla kafa yormanızı öneriyorum.

Faydalı olması dileğiyle…

Tolstoy: "Sanat, insan hayatının koşullarından biridir"

Sanatı doğru tanımlayabilmek için her şeyden önce onu bir haz aracı olarak görmekten vazgeçmek, onu insan hayatının koşullarından biri olarak görmek gerek. Sanatı böyle görmeye başlarsak, onun insanların birbirleriyle ilişki kurmalarının araçlarından biri olduğunu da görürüz.

Lev Tolstoy

Sanat Nedir?
(çev: Mazlum Beyhan)


Susmasını istediğiniz bir müzisyen nasıl yaşar?

Susmasını istediğiniz bir müzisyen nasıl yaşar?

Dün Radikal'de "Müzik susmaz, sanat susmaz!" başlığıyla bir yazı yazdım.

Yazının hikayesi şudur: Yavuz Çetin'in ilk albümü plak formatında basıldı, Mavi Sakal yıllar sonra bir araya geldi, ben de bunların heyecanıyla yazmaya oturdum. Ama daha ilk satırlarda kendime çeki düzen verme ihtiyacı hissettim. Ülkenin içine sürüklendiği engebeli yollarda hepimiz düşe kalka ilerlemeye çalışılırken, birileri "Müzik sussun!" diyordu.

Neden? Çünkü müzik eğlenceliydi.

Kimileri müziğin sadece 'eğlence' olmadığını, acıdan kahkahaya her duygunun müzikle sarıldığını söylediler. Biraz savunma gibiydi bu karşı duruş. Oysa bence savunmaya falan ihtiyacı yok müziğin. Eğlencelidir, doğru. Hüzünlü olduğu kadar eğlencelidir ve birlik duygusu sadece hüzünden değil, omuz omuza eğlenebilmekten de geçer.

Dünya 'biz' dediğimiz kitleden oluşmuyor. Kimileri ölümün arkasından ağıt yakıyor, kimileri dans ediyor. Acıyı her yerinden çekiştirip, her sahada yarıştırdığımız yetmiyor. Acı bile "biz" gibi yaşanmalı. (Bunu sevincini havaya kurşun sıkarak yaşayanlar söyleyince tuhaf oluyor ama oralara girmeyeceğim.)

Bu yazı birilerine tuhaf gelecek. Doğru. Çünkü bunun konuşuluyor olması tuhaf.

Televizyondaki evlilik programlarına siyah tişörtle çıkmanın, beyin uyutan dizilerin yeni sezonlarına yanar döner başlangıçlar yapmanın, reklamlarda çocukların sömürülmesinin, eğlence programlarında timsah gözyaşları döküp hemen ardından reyting avcılığı yapmanın, televizyonda ne kadar yas tutulacağına 'merkez'in karar vermesinin normal olduğu bir devirde, bunun konuşuluyor olması tuhaf.

Gündüz ticaretini yapıp, gece elinde kibrit baskına çıkanların acısı değil bu. Herkesin acısı.

"Sanatı, müziği susturun," diyenin acısı değil bu. Dünyayı o müzikle, sanatla anlayanın da acısı.

Susmasını istediğiniz bir müzisyen nasıl yaşar biliyor musunuz? İktidar sofralarında diz çökenlerden, "ben işime bakarım"cılardan, yanar dönerlerden söz etmiyorum. Sanatını yaşadığı dünyadan ayrı tutmayan, sesini kısmayan, korkmayanlardan söz ediyorum. Anladınız vaziyeti.

İki ayrı grupta bas çalan bir arkadaşım var. Arada bir de stüdyoda kayda gidiyor. Geçen kışı ayda iki-üç gece 'sahne', bir-iki 'stüdyo' ile geçirmek durumunda kalmış. Bu işlerin bazıları para getirmiş, bazılarından 'bir ara hallederiz ödemeyi' sözleriyle eve dönmüş. Üç nüfuslu eve ayda 1000-1500 lira arası bir para gelmiş ya da gelmemiş. Yan işlerle, karısının maaşıyla falan idare ediyorlar.

Bu örneği verdiğim için bütün müzisyen arkadaşlarımdan özür dilerim. Utanıyorum.

Kimi müzisyen arkadaşım daha fazla kazanır, kimi daha az. Ama sonunda konserden-sahne çalışmasından gelecek para, bütçesinin lokomotifini oluşturur. İşte susmasını istediğiniz bir müzisyen en basit tanımıyla böyle yaşar. Üstelik böyle yaşayan bir müzisyen, sadece eğlendiren değildir. Düşündüren ve bilinçlendirendir. (Sekiz yıldızlı otelin havuzbaşında playback yapan müzisyenden farkını anlamayan varsa diye açıklama yaptım, kusura bakmayın.)

Kirasını ödeyemeyen müzisyen arkadaşlarım var. Kredi kartını iptal ettirmek zorunda kalanlar ya da daha küçük bir eve geçmenin hesabını yapanlar. Ama yanlış anlaşılmasın, amacım 'acındırmak' ve 'kaybedenler edebiyatı' yapmak değil. Sanat, bu mücadelelerin içinde boy vermeyi öğrenmiştir, dert etmeyin.

Sadece haksızlık üzdü. Bu kadar net.

Aynı soruyla noktalayayım: Bu toz duman ortadan kalktıktan sonra, kimler birbirinin yüzüne bakabilecek?



Inbound Marketing Ve Bloglar

Inbound Marketing Ve Bloglar

2011 yılının Şubat ayında oluşturduğum Blog Hocam’da bugüne kadar ısrarla üzerinde durduğum ve sizlere anlatmaya çalıştığım bir konu vardı. Pazarlama…

21. yüzyıl yani dijital çağda artık pazarlama faaliyetleri de dijital ortama taşındı ve biz bloggerlar da dijital pazarlamada önemli bir aracız. Bizi takip eden, ne anlattığımızı önemseyen, önerilerimizi dikkate alan insanlar var. İşte bu durum da markaların iştahını fazlasıyla kabartıyor ve blogları pazarlama stratejilerinde önemli yerlerde konumlandırıyorlar.

Dijital pazarlamanın da kendi içinde farklı çeşit ve yöntemleri olsa geleneksel yöntemlerin yerini insanlara değerli içerik sunarak onları markaya bağlama yöntemi aldı. Bu da “Inbound Marketing”in yükselişi demek.

Inbound Marketing Nedir?

Inbound marketing kavramı size yabancı geldiyse veya ilk kez duyduysanız basitçe anlatmaya çalışayım.


Inbound marketing, bir markanın, hedef kitlesinin ilgisini çekecek, onları cezbedecek içeriklerle bu kitlenin marka veya ürün hakkında daha fazla bilgi almasını, onları potansiyel müşteriye çevirmeyi amaçlayan pazarlama yöntemidir.

Sanırım bu kısa ve basit tanımlama bile inbound marketingde blogların/bloggerların önemi hakkında ipucu vermiştir.

Türkiye’de Inbound Marketing?

Inbound marketing aslında internetin yaygınlaşması ve tüketicilerin değişen satın alma davranışları sonucunda ortaya çıkan bir yöntem. Nasıl mı?

Çok uzağa gitmeyin ve kendinizi düşünün. Bir elektronik eşya veya kozmetik ürün satın alacaksanız. Yapacağınız ilk şey ne? Google’a girip arama yaparak söz konusu ürün veya marka hakkında araştırma yapmak değil mi? Yani artık tüketici araştırıyor, bilgi sahibi olmak istiyor, güvenmek istiyor.

Türkiye’de pek bilinmeyen inbound marketingin yakın zamanda tüm markaların öncelikli pazarlama yöntemlerinden biri olacağını öngörmek zor değil. Şuan için Türkiye’de bu işi cidiye alan ve yatırımlarını bu yönde yapan tek firma Netvent. Kısaca bu firmanın yaptıklarından bahsetmek isterim.

Netvent Ve Inbound Pazarlama

Inbound Pazarlama alanında tüm süreçleri kapsayacak şekilde Türkiye'de hizmet veren ilk şirket olan Netvent, Ankara Hacettepe’de ve İngiltere Read ing’de bulunan ek ib i i le bu alana yönel ik Ar-Ge çalışmaları yapmaktadır. Ar-Ge çalışmalarından ve uluslararası partnerler inden elde ettiği tecrübe i le markalara danışmanlık hizmeti sağlamaktadır. Hubspot, Searchmetrics, Moz, ve LRT gibi dijital dünyanın saygın şirketleri ile sağladığı iş ortaklıkları sayesinde markalara global ve güncel dijital stratejileri oluşturabilmektedir.

Bu arada Netvent’in dijital pazarlama ile ilgili özgün ve oldukça kaliteli içerikler yayınladığı bir blogu da var. Biz bloggerlar için oldukça faydalı içeriklerin yer aldığı bu blogu takip etmenizde de fayda var.

Blog Yazmaya Devam

Inbound marketing çok kanallı bir pazarlama yöntemidir. Fakat şunu da herkes biliyor ki internette görünür olmanın en etkili yolu bloglardır. Bu yüzden bloglar inbound pazarlamada baş rolü oynar.

Markalar kendi bloglarında yayınladıkları içeriklerin yanı sıra hedef kitlesinin takip ettiği bloglarda da içerik yayınlatarak potansiyel müşterilerine ulaşmayı ve onları etkilemeyi hedeflerler. Bu durum bloggerlara 2 farklı fırsat yaratır.

1. Markalara veya onların pazarlama faaliyetlerini yürüten ajanslar blogunuzda içerikler yayınlamanızı ister. Bu da sizin için hem okuyucu kitlenize uygun içerik hem de ekstra maddi kazanç demektir.

2. Markalar kendi blogları için daha fazla içerik üretmeye çalışacaklar. Bu durum kendi yazar kadrolarını kurmayı veya dışarıdan freelance yazarlar ile çalışmalarını gerektirecektir. Kendini ispat etmiş bir blogger iseniz markalar sizinle çalışmak için can atacak, karşılığında maddi olarak sizi tatmin edeceklerdir.

Abluka'ya Ödül



Güzel şeyler de oluyor. Hem de çok güzel şeyler.

Emin Alper imzalı Tepenin Ardı'nın hayranı olanlardanım. Dolayısıyla yönetmenin ikinci uzun metraj filmi Abluka'yı da merakla bekliyorum. 

O bekleyiş sırasında harika bir haber geldi. Emin Alper'in yeni filmi Ablukadünya galasını yaptığı 72. Venedik Film Festivali'nin ana yarışma bölümünde Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.

Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron'un başkanlığındaki jüride Nuri Bilge Ceylan, Alman oyuncu Diane Kruger, İngiliz yönetmen Lynne Ramsay gibi dünyaca ünlü isimler yer alıyordu. Alper ödülünü jüride yer alan Tayvanlı yönetmen Hou Hsiao-hsien’in elinden aldı.

Abluka ayrıca, kapanış töreninden bir gün önce, Venedik Film Festivali’nin yan bölümlerinde yer alan 18-26 yaş arası farklı ülkelerden gençlerin oluşturduğu jüri tarafından verilen Arca CinemaGiovani ve bağımsız sinema eleştirmenleri tarafından verilen Premio Bisato D’oroödüllerini de  kazanmıştı.

Zero: Geleceğe Geri Sayım


ZERO Hareketi söz konusu olduğunda hep ‘İkinci Dünya Savası sonrasındaki umutsuzluğa başkaldırı’ vurgusu yapılıyor. Savaş yıllarında büyümüş sanatçıların, karamsar ruh haline ve yerleşik sanat düzenine karşı çıkışı. Bir başkaldırı hareketi.

Çoğu akım kendinden öncesine bir başkaldırı olduğuna göre bu tanımlama ‘yeni bir şey’ söylemiyor. Ama ZERO Hareketi sadece dünya savaşının yarattığı karanlık tabloya değil, dönemin baskıcı, sansürcü, özgürlükleri kısıtlayıcı siyasi yapısına da bir başkaldırı.

Sakıp Sabancı Müzesi’nde bugün ziyarete açılan ve 10 Ocak 2016’ya kadar sürecek olan “ZERO – Geleceğe Geri Sayım” sergisinin basın toplantısında bunları düşünüyorum. SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer’in toplantıdaki konuşmasında bu sergiye nasıl karar verildiğinin ve operasyon sürecinin dışında önemli noktalar var.

Otto Piene, Heinz Mack ve Günther Uecker tarafından Almanya’nın Düsseldorf kentinde başlatılan,  Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana gibi isimlerin katılımıyla güçlenen ve 1957-1967 yılları arasında tüm dünyada yankı bulan ZERO Hareketinin oluştuğu koşullarla bugün arasında bir ilişki kuruyor Nazan Ölçer. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki depresyonla, günümüzün tedirgin ruh hali, birbirine hiç uzak değil.



Mülteciler, göçler, sertleşen sınır ilişkileri, güvenlik sorunları, teknolojik savaşlar, gelir adaletsizliği, açlık, hızlı nüfus artışı, terör, şiddet, küresel ısınma, çevre sorunları ve çok daha fazlası. 21.yüzyıl ZERO Hareketinin oluştuğu yıllardan daha masum değil. Nazan Ölçer, ZERO’ya katkı sağlayan sanatçıların büyük depresyona ve piyasa koşullarına karşı başkaldırılarını anlatırken, “Şeffaflık-Özgürlük-Işık” ilkelerinden söz ediyor. Serginin küratörlüğünü üstlenen ZERO Vakfı yöneticisi Mattijs Visserde kendisi için bir tutku olan bu hareketin ‘hesaplaşmaktan korkmayan’ ruhuna işaret ediyor bir anlamda. Serginin kurgusunu gerçekleştiren ekipten Norman Rosenthal’in sözleri zihnimdeki hikayeyi tamamlıyor: “Almanya için 1945 gerçekten de “stunde Nul” –Sıfır Saati- idi; Adolf Hitler ile destekçilerinin uyguladığı, kuşaklar boyu altından kalkılamayacak yıkım ve yenilgilere yol açan dile getirilemez dehşetin ardından gelen o korkunç hesaplaşma anı.”

Basın toplantısının ardından sergiyi gezmeye başlıyoruz. Günther Uecker’in çivilerinden Yves Klein’in monokromlarına, Heinz Mack’ın ışıkla hesaplaşmalarından Lucio Fontana’nın darbeli vuruşlarınauzanan bir başkaldırı var karşımızda. Yves Klein’ın bir eseri ZERO’nun sıfır noktası sayılıyor. Sadece küçücük bir huzme halinde ışığın geldiği simsiyah bir zemin. Yani karanlıkta bile ışığı görebilmek. Sanat, karanlıktaki ışığı görecek.

Nazan Ölçer’in konuşmasını “ZERO hepimize iyi gelecek,” diye noktalaması boşa değil.

Çünkü bu başkaldırı hepimize iyi gelecek.


Sophia Loren: Dün, Bugün, Yarın

Elbette değerlidir herkesin hayat hikayesi.

'Hayatımı yazsam roman olur' klişesinden öte bir değer bu.

Bizi biz yapan hikayelerin toplamından oluşuyor ömür dediğimiz şey.

Kimi zaman, özellikle Fil Uçuşu'nda otobiyografik notlar yazıyorum. Anılar, an'lar, kişiler.. Ama oturup bütün hayat hikayemi yazmayı, otobiyografik bir kitap kaleme almayı hiç düşünmedim. Böylesi kitapların 'samimi' olması zordur çünkü. Kimi olayları tam hatırlayamazsınız, kimilerini değiştirmek zorunda kalırsınız, şunu incitmeyeyim-bunu kırmayayım derken ufaktan yalan söylemeye başlarsınız. Oysa hayat sizi üzmüş ve kırmıştır. Tuhaf işler...

Üstelik hafızam o kadar güçlü değil. Böyle bir kitap yazmak istediğinizde ayrıntıların, yılların, isimlerin, mekanların önemi artıyor. Elime yüzüme bulaştırırım korkusu da var elbette.

Kendim yazamam ama biyografik ve otobiyografik kitaplar okumayı severim. Özellikle de ilgi alanıma giren bir kişinin hayatını izlemek hoşuma gider. Otobiyografiler daha da vurucudur benim için.

Giriş uzun oldu, okuduğum kitaptan yola çıkarak bir hesaplaşma yaptım çünkü. Soru şuydu: "Ben hayatımı yazsam Sophia Loren kadar ayrıntıcı olabilir miyim?" Cevap belli; olamam.


Sophia Loren'in her satırını kendisini yazdığını söylediği "Dün, Bugün, Yarın" isimli otobiyografisini okuyorum. Kitap Kırmızı Kedi etiketiyle raflarda. Baskısı için yayınevini özellikle tebrik etmek gerekiyor. Çeviri kimi yerlerde okuma temposunu düşürse de, Loren'in evcimen dilini korumaya özen göstermiş.

Sinema yıldızlarının otobiyografileri -örneğin bir edebiyatçının otobiyografisinden- daha fazla görüntüye sahiptir. Okuduğunuz her satırda imgeler uçuşur kafanızda. Loren'in kitabında bu durum daha da coşmuş. Sadece kişisel hikayesinin değil, başta Napoli ve Roma olmak üzere, bütün İtalya'nın da portresini çizmiş. Marlon Brando'nun 'kendinden emin' hikayesine kıyasla, abartılı bir 'tevazu' gösteriyor Sophia Loren. O mütevazı hikayenin içinde entelektüel bir figür görülüyor. Yükselişindeki dinamikler ve dengeler biraz örtülmüş. Ama sinema dünyasında kadın olmanın her tür zorluğu hissediliyor.


Sophia Loren'i çok severim. Kitabı okuduktan sonra hayranlığım arttı ve rahmetli Şakir Eczacıbaşı'nın Loren tutkusuna bir kez daha hak verdim.

Anlatacak, paylaşacak çok sahne var kitapta. Ama paylaşmayacağım. Okuma zevkinizi azaltmak istemem. Kitap 25 lira. Baskı kalitesini ve kalınlığını göz önüne alınca mantıklı bir fiyat bu. Ben ikinci baskısını aldım. Yeni baskılar yapacağına da eminim.

Kitabı parlatmak için ağdalı cümleler kurmayacağım. Sinemayı, otobiyografi okumayı ve elbette Loren'i sevenler mutlaka okuyacaktır zaten.

Okurken şunu düşünün: Günün birinde kendi hayatınız yazacak olsanız ne kadar dürüst olabilirsiniz?


Güncel Blog Sitesi Olmak Zor Zanaat

Blog derlemeleri için o blog senin bu blog benim dolaşırken fark ettim ki güncellik kavramı bloglar için çok ciddi bir problem. Özellikle de Blog Hocam gibi belli bir konu aralığında yayın yapan bloglarda.

Blog sitelerinde genellikle karşılaştığım 3 farklı senaryo var. Bu senaryolar kısaca şöyle:

güncel blog sitesi


Senaryo 1 (%70) : Blog sitesi büyük bir hevesle açılır. İlk 3-4 ay her gün bir veya birkaç içerik girilir. Zamanla ziyaretçi, yorum gibi bloggerı motive eden şeylerin eksikliğiyle içerik girme sıklığı azalır ve bir süre blog ya kaderine terk edilir ya da silinip yeni bir blog daha oluşturulur.

Senaryo 2 (%29): Blog sitesi yine büyük bir hevesle açılır ama daha planlı hareket edilir. Yaklaşık 3-4 sene blog güncelliğini korur ve giderek büyümeye devam eder. Blogda her şey yolundadır ama bloggerın hayatında ciddi değişiklikler olmuştur. Okul/iş/evlilik/çocuk/hastalık gibi nedenlerle blog geri plana atılmıştır.

Senaryo 3 (%1): Bu senaryoda bloga bir web sitesinden çok bir girişim gözüyle bakılır, ona göre yatırım yapılır. Bu senaryodaki blogların sahipleri neredeyse tüm mesailerini blogları için harcalar. İnternet onların yaşam tarzıdır ve geçimlerini bu yolla sağlarlar.

Kabul ediyorum 3 numaralı senaryoyu yaşamak bizim gibi boş zamanlarında blog yazanlar için hiç realist değil ama 2 numaralı senaryo ile 3 numaralı senaryo arasında kendi senaryomu yaratabiliriz bence. Nasıl mı?

Sorun belli, bazı nedenlerden dolayı blogu güncel tutamamak… O halde blogu güncel tutmak için yapabileceklerimizi tartışıp bu sorunu ortadan kaldırmaya çalışalım.

#1 Zaman Yönetimi

Zaman yönetimi; üreticiliği ve verimliliği arttırmak amaçlı olarak, belirli aktiviteler üzerinde harcanan zamanı bilinçli bir şekilde kontrol etme yöntemidir. Hepimizin zamanı kısıtlı olduğuna ve bu zamanı doğru kullanmak/yönetmek zorunda olduğumuza göre zaman yönetimi konusunda kendinizi gelişmeniz blogunuza daha fazla vakit ayırmanız ve ayırdığınız vakti daha efektif kullanmanız anlamına gelir. Zaman yönetimiyle ilgili şuradaki ve şuradaki kaynakları incelemenizi öneririm.

#2 İçerik Takvimi

Bloggerların kötü alışkanlıklarından biridir düzensiz içerik yayınlamak. Şöyle ki; bazen hiç içerik üretemediğiniz günler olurken bazı günler 4-5 içerik üretebiliyorsunuz. Böyle zamanlarda o içerikleri hemen yayınlamak yerine basit bir içerik takvimi oluşturup her içeriği yayınlayacağınız tarihi önceden belirlemeniz blogunuzu güncel tutacaktır. Üstelik içerik takvimine sadık kalma psikolojisi sizi daha fazla içerik üretmeye itecektir. Şuraya ve şuraya yüklediğim basit içerik takvimi örneklerini kullanabilirsiniz.

#3 Daha Fazla Teknoloji

Hemen hepimiz masaüstü bilgisayarlarda veya dizüstü bilgisayarlarda blog yazıları yazıyoruz ve siteyi güncelliyoruz. Teknolojinin geldiği bu noktada tablet bilgisayarlardan ve akıllı telefonlardan da destek alabiliriz. Kabul ediyorum bu cihazlardaki uygulamaları kullanarak blog düzenlemek ve güncellemek zor ama elbette bu işin en önemli kısmı içerik üretme k yani yazmak. Pek tabi bilgisayardan uzak olduğumuzda bu cihazları kullanarak içerik yazabiliriz.

#4 Güncel Konuları Takip

Bir blog sitesini güncel tutamamanın nedenleri arasında ilk sıraya vakit ayıramamayı koyarsak yazacak konu bulamamayı ikinci sıraya koyabiliriz. Bu yüzden blogunuzun konusuyla ilgili güncel olayları takip edip blogunuz için güncel yazı fikirleri bulabilirsiniz. Üstelik güncel konular arama motorlarında çok fazla arandığından trafiğinize de büyük katkı sağlar.

#5 İçerik Satın Alma

Kişisel yazan, okuyucu kitlesi oturmuş, kendine has tarzı olan bloglara kesinlikle önermesem de para kazanmak adına blogunu güncel tutmak isteyen kişiler çeşitli içerik ajansları veya freelance içerik yazarlarıyla irtibat kurarak cüzi fiyatlara blogları için yazı yazdırabilirler. Bu kişilere tüm webmaster forumlarından ulaşabilirsiniz.

#6 Bloga Yazar Atama

Tek başınıza blogunuza yeteri kadar vakit ayıramıyor ve güncel tutamıyorsanız birileriyle iş birliği yapmak iyi fikir olabilir. Kendini kitlelere tanıtmak isteyen fakat blog girişimleri başarısızlıkla sonuçlanan bloggerlar blogunuza yazar olma fikrine sıcak bakabilirler.

#7 Misafir Blogculuk

Blogunuza konuk yazar kabul etmek de güncel blog olabilmek için en iyi çözümlerden biri. Tabi seçici davranarak blog yazılarınızdaki kalite standardını düşürmeden. Bunun için blogunuzda bir misafir blogculuk veya konuk yazarlık sayfası oluşturup diğer bloggerların görebileceği şekilde ön plana çıkarabilirsiniz.


Son Sözler

Güncel blog olmak düşünüldüğü gibi her güncel konunun paylaşılması değildir. Güncel blog sitesi okuyucularına aynı standartta ve aynı ölçüde düzenli içerik sunmaktır. Bunu başarıp hem kullanıcıların hem markaların ilgi odağındaki blog olmak da her baba yiğidin harcı değil.

Siz aynı blogu ne zamandır yazıyorsunuz? Güncel tutmak adına neler yapıyorsunuz? Yorum bölümünden paylaşırsanız sevinirim.

Türkiye’nin En İyi Makyaj Blogları

Hanımlar, özellikle de genç kızlar arasında moda bloglarıyla başlayan blog yazma çılgınlığı gerek markaların bloggerlara ilgisi, gerek de ziyaretçilerin ilgisi nedeniyle makyaj bloglarına doğru kaymış durumda. Artık blog dünyasında trend moda blogu açmak.

makyaj blogları


Makyaj Blogları Neden Popüler?

Neredeyse tüm hanımların makyaj ve kozmetiğe ilgisi aşikar. Bir ürün kullanmadan önce veya yeni bir ürün keşfetmek istediklerinde öneriler ve deneyimler için Google’da sıkça arama yapıyorlar. Bu da makyaj bloggerları için büyük bir fırsat ve pazar demek. Kullandıkları ürün ve tekniklerle ilgili deneyimlerini paylaşarak hem blog yazma keyfini yaşıyorlar, hem de insanların makyaj ve kozmetik konusuyla ilgili içerik ihtiyacını karşılamış oluyorlar.

Makyaj bloglarının çoğalması ve popüler olmasının altında yatan bir diğer neden ise markaların ve firmaların bu bloglara gösterdiği ilgi. Artık kozmetik sektörünün pazarlama faaliyetlerinde bloglar ilk sıralarda yer alıyor.

Türkiye’nin Önde Gelen Makyaj Blogları

Biliyorum makyaj bloglarının sayısı son zamanlarda çok arttı. Ben de konuyla hiç ilgisi olmayan bir erkek olarak bu blogları değerlendirme şansına sahip değilim doğal olarak. Bu yüzden danıştığım hanımlardan gelen cevaplara dayanarak en iyi 4 moda blogunu tanıtmak istedim. Gerisini siz yorum bölümünden getirirsiniz :)


Merve Özkaynak

Yaklaşık 1 yıl önce Vlogger olarak YouTube kanalıyla paylaşımlarına başlayan Merve Özkaynak, çektiği videoların yanında hazırladığı metin içerikleri paylaşmak için bir blog kurmuş. Sadece bir senede YouTube kanalının 183binden fazla takipçisi olmuş bile. Kendisi bir fenomen olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Sebi Bebi

Fenomen olmayı başarmış, onbinlerce takipçisi olan Sebi Bebi ile devam edelim. Sebi Bebi 280binden fazla abonesi olan YouTube kanalı için çektiği videoları ve kullandığı ürünler hakkındaki görüşlerini blogunda paylaşıyor. Birçok gazete köşesine ve televizyon programına konuk olan Sebi Bebi, Türkiye’nin en önde gelen makyaj bloggerlarından.

Görkem Karman

Bu yazıyı hazırlamak için yaptığım küçük araştırmada en objektif makyajı bloggerlarını sorduğumda çoğu kişi Görkem Karman’ın ismini verdi. Kozmetik ile ilgili çektiği videoları 155binden fazla abonesi olan YouTube kanalında paylaşan blogger, blogunda paylştığı içeriklerle de oldukça ilgi görüyor.

Makyaj Çantam

Makyajlailgili en eski bloglardan biri olmasından mütevellit hanımların favori makyaj bloglarından biri de Makyaj Çantam. Sıkça güncellenen içeriğinde, makyaj malzemeleri, kozmetik ürünler, ünlüler dünyasından makyaj trendleri ve yeni makyaj ürünlerinin yanı sıra, çeşitli kozmetik ürünlerin değerlendirilmesine de yer verilmektedir.


Daha önce yaptığım blog derlemelerini incelemiş miydiniz?

- Kişisel Bloglar
- Yemek Blogları
- Kitap Blogları
- Gezi Blogları
- Teknoloji Blogları
- Moda Blogları
Sanat susmayacak!

Sanat susmayacak!

2015 yılında kültür-sanat dünyasında yaşananlara bakınca çok sayıda engelleme, yasaklama, sansür, baskı, hedef gösterme ve dava haberi çıkıyor karşımıza. Siyasetin kutuplaştırıcı diline sahip çıkanlarla, bu dille hesaplaşmaya girenlerin arasındaki makas açığı giderek büyüyor. Başkaldıran sanat, adalet duygusuyla atıyor adımlarını, sadece gündelik siyasetle değil kendi varoluşuyla da hesaplaşıyor. En azından bunu yapmaya cesaret ediyor. Gezi sürecinde vatandaşlığın yeni tanımını yapma çabasını gösterenler, bu cesareti ödüllendiriyor. Kısacası, bütün olumsuzluklara, yasaklamalara, engellemelere karşı sanat ve başkaldıran sanatçı güçleniyor. Kutuplaştırıcı siyasetin öfkelenmesinin ve -kendi tanımıyla- ‘muhalif sanatçıyı’ sürekli olarak hedef göstermesinin bir nedeni de bu.

Ne kadar hedef gösterseler de, ne kadar susturmaya çalışsalar da hesaplaşmaktan korkmayan sanatı susturamayacaklarını biliyorlar. Sanat, sıfır noktasından hareketlendi bile. Ayrıştırıcı, gücünü şiddetten alan, ötekileştiren dilin en büyük korkusu da bu: Sanatın özgür dilini susturamamak.

Egemenlerin canını sıkan gerçeği bir kez daha tekrar edelim: Sanat susmayacak.


Kategori

Kategori