4.Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin Uluslararası Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması’nda en iyi film ödülü dün sahibini buldu.
Dyana Gaye’nin yönettiği Fransa-Belçika-Senegal ortak yapımı olan “Yıldızlar Altında/Under The Starry Sky” adlı film yarışmada en iyi film ödülüne değer görüldü. 1975 doğumlu Senegalli bir yönetmenin elinden çıkan film, üç ayrı coğrafyada geçen sarsıcı bir hikayeyle buluşturuyor izleyenleri. Yurdundan uzak kalanların yeni bir hayat kurmak konusundaki çaresiz bocalamalarıyla, yurdunda köksüz kalanların hayata tutunma çabaları sert bir dille kesişiyor. Yerel oyuncularla ve kimi rollerde de amatörlerle çalışmayı tercih etmiş Gaye. Ama oyunculuklarda bir dil birliği kurmayı başarmış. Torino, Dakar ve New York’ta geçen hikayelerde görsel bütünlüğü kurmayı başardığı gibi.
En İyi Kısa Film Ödülü de bir kadın yönetmenin oldu. Azra Deniz Okyay “Küçük Kara Balıklar” ile ödülün sahibi oldu.
Suç ve Ceza Filmleri Festivali’nin dördüncüsü düzenleniyor. İlgi gören bir festival. Peki bu ilgi yeterli mi? Bence değil. Salonlar orta dolulukta. Paneller orta dolulukta. Oysa samimiyetle söyleyebilirim ki, seçkiye alınan filmler ve festivalin çıkış cümlesi çok daha fazlasını hak ediyor.
Hatta bu festivalin İstanbul’la sınırlı olması bile üzücü. Keşke diğer şehirlerdeki hukuk fakülteleri, ortaklaşa bir çalışmaya nasıl girilebileceği sorusunu sormaya başlasalar. Örneğin Ankara Hukuk Fakültesi, bir an önce harekete geçse fena olmaz mı?
Masasının üstünü sürekli derleyip toparlayan herkes gibi ben de “tematik” meseleleri pek severim. Elbette bu festivale olan ilgim sadece bundan kaynaklanmıyor. Benzeri pek olmayan, akademi-çıkışlı bir festival karşımızda. Böyle bir festivalin yapılması düşüncesi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer tarafından ortaya atılmış. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, düşünceye öncülük edip hayata geçirmiş. Şu cümlenin peşinde koşmuş festival: “Değişik sorunların hem akademik olarak farklı disiplinler hem de sinema sanatı açısından tartışılacağı bir festivalde, sinema sanatının çarpıcı dilinden yararlanarak hukuk, adalet, demokrasi, kişi hak ve özgürlükleri konularında geniş kapsamlı düşünce alışverişi zeminleri oluşturabilmek.”
Etkileyici bir cümle. Güzel bir buluşma. Festivalin önceki yıllardaki temalarını hatırlayalım: Darbeler, Kadına Şiddet ve Ayrımcılık, Genç Suçluluğu.
“Herkes İçin Adalet” sloganıyla yola çıkan festivalin bu yılki teması da Göç/Migration oldu. Düşündürücü ve üzücü olan, festivalin kendisine tema bulmakta hiç zorlanmaması.
Sanat, kendimizle ve çağımızla yüzleşmemiz için elinden geleni yapıyor. Yapmaya da devam edecek. Muktedirler bir gecede yok ettikleri ağaçlar gibi, sanatın gücünü de yok edebileceklerini sanmaya devam etsinler. Dünya tarihi, onların anlattıklarıyla değil, sanatın fısıltılarıyla yazılıyor.
Raskolnikov suçunun cezasını, bitmek bilmeyen bir vicdan muhasebesi ile ödedi. Çağımız o vicdan hesaplaşmasının bile yapılamadığı bir çağ. Peki bütün bu suçların cezaları hangi kara tahtaya yazılacak?
Kusura bakma Bergman; bizi artık vicdanımız bile kurtaramaz.
EmoticonEmoticon