Bir kez daha Vonnegut

Kurt Vonnegut…

Türkiye'de de hatırı sayılır bir okur kitlesi olan yazar.

Kafası güzel insanlardan.

2007'de göçtü gitti bu dünyadan. Ama kitaplarını okuyunca, ne kadar "zamansız" bir yazar olduğunu anlıyor insan. Daha doğrusu, "tüm zamanları kapsayan" bir yazar.


Mavi Sakal/Bluebeard, Şubat ayında Handan Balkara'nın çevirisiyle, Can Yayınları'ndan çıktı.

Müthiş bir kurgusal otobiyografi bu. Şampiyonların Kahvaltısı romanında okurun karşısına çıkan dışavurumcu ressam Rabo Karabekian'ın hayat hikayesi.

Kısa bölümler, zaman içinde gidiş-gelişler ve hayat hikayesinin zeminine yerleştirilmiş bir Amerika ve Amerikan sanat algısı eleştirisi. Üstelik geçen yüzyılın en kaypak yıllarının bir fotoğrafı.

Rabo Karabekian'ın bir Ermeni olarak 1915 hakkında söyleyecekleri de var elbette. Çünkü anne ve babası Rabo'nun tanımlamasıyla 'soykırımın ve katliamın' tam ortasına düşmüş durumda. Romanın birinci bölümünde, ilk döt-beş sayfasına yerleşmiş olan bu hikaye, imparatorluklar devrinden ve soykırımdan söz ediyor.

Mavi Sakal, kara mizahtan örülmüş bir kazak giydiriyor okuruna. Ama bu kazağın desenleri sadece mülteci olmaktan, sanat dünyasından ve felaketlerin dünyasında insan kalmaya çalışmaktan oluşmuyor. Vonnegut'un sürekli okurları nasıl bir olaylar sarmalıyla buluşacaklarını biliyor, sürprizi kaçırmayayım.

Aklıma gelmişken, Kurt Vonnegut daha önce Gece Ana ile Fil Uçuşu'na konuk olmuştu.

Mavi Sakal okunmalı. Vonnegut buldum mu kaçırmam diyenlerdenseniz, tavsiyedir.

Birşey aldım

Birşey aldım

Uzun zamandır bir cilt problemim var, bu hafta bu konuda uzman birine gittim ve bana bir ürün almamı tavsiye etti, tavsiye demeyelim de almam gerektiğini söyledi. Eczanede satılan dermokozmetik bir ürün. Kendi kendime çok mücadele verdim, acaba bir yıl bittikten sonra mı alsam diye ama bu soruna da biran önce çare bulmam gerekiyordu. O nedenle bugün eczaneye gidip ürünü satın aldım, hem de kullanmamaya karar verdiğim kredi kartımla. Şimdi de günah çıkartmak için buraya yazıyorum. Birileri beni teselli etsin lütfen

Emma Peel: "Özgürlük"


Emma Peel: Rüzgarların adını öğrenmiştim çocukken. Hala aklımdadır. Gündoğusu, keşişleme, yıldız… Karayel estiğinde burnumun içi ısınır. Poyraz dudakların çatlaması, lodos bitmeyen baş ağrısı demektir. Bulutlara bakınca fısıldarım rüzgarın adını. Ama bunca yıldan sonra, şu çivisi çıkmış dünyada anladım ki, iş rüzgarın adını bilmek değil, adını bilmediğin rüzgarın akışına kendini bırakabilmek. Kendin yapamıyorsan doğa yardım ediyor sana. Sanma ki şu atın üstünde ondan daha özgürüm. O beni nereye götürürse ancak o kadar özgürüm…

Elveda Kredi Kartları




İlk kredi kartımı yıllar önce yurtdışına çıkarken kendimi güvende hissedeyim diye almıştım. Sonra maaşımın yattığı banka bir kart yolladı, sonra pegasus uçak bileti veriyor diye bir kart daha aldım, bir tane de arkadaşımın kullanması için aldım, derken 4 tane kredi kartım oldu. Birinin limiti bittikçe diğerini kullanıyordum, hepsinin limiti farklı farklıydı, az olanları daha az kullanıyordum. Derken cebimde para varmış gibi kredi kartı kullana kullana tüm borcunu ödeyemez hale geldim. Her ay sadece asgari limitleri ödeyebiliyordum. Bu bir süre böyle gitti. Aklım başıma gezi sonrası geldi, o sırada Garanti Bankası'na sinirimden bonus kartımı kapattım, diğer iki kartımın da borçlarını tamamen bitirip kapatmam bu hafta oldu.

Şu an tek kartım var, onun da borcu kalmadı. Bir geçiş sürecindeyim, kalan son kartımı yanımda taşımayıp kartsız bir hayata adım atıyorum. Onu henüz kapatmama nedenim yurtdışına yalnız gidersem yine garanti olarak yanıma almak olacak. Bakalım kartsız yaşama alışırsam onu da çöpe atabilrim. Şimdiden ferahlamış hissediyorum

Kişisel Sergi: Eksilen Zaman | Personal Exhibition: Diminishing Time


Eksilen Zaman sergisi Çağrı Saray’ın kimlik sorgulamaları, kişisel bellek, ev-mekân kavramı ve kentsel ortamın toplumsal-siyasal anlamları üstüne kurulu yerleştirme, desen, gravür, fotoğraf ve videolarından oluşuyor.
Sanatçının 1999 - 2015 yılları arasında ürettiği ve sergide bir araya gelen bir dizi çalışma, geçmişe ve günümüze ait verileri dolaysız ve ayrıksı unsurlar olarak ele almak yerine, dizgesel ve birbirini olumlayan tek bir form olarak ortaya koymayı hedefliyor. Çağrı Saray, belleğinde yer eden, her yeni deneyim ve olayla yeniden inşa ettiği geçmişine toplumsal olaylar bağlamında tekrar bakıyor. Yerel ve küresel yaşam koşullarını sarsan, zorlayıcı politik, ekonomik, sosyal değişimlere ve bu değişimlerin hafızayı nasıl dönüştürdüğüne ya da nasıl eksilttiğine odaklanıyor.

Sanatçının çalışmalarındaki içerik ve biçimler, bu karşı çıkılabilir koşulların çeşitli özellik, süreç ve anlarını titizlikle haritalandırıyor. Saray, egemen söylemin ürettiği görsel kültürün baskın gücüne karşı, yalın olmakla birlikte çekici ve muhalif bir düşünce seçeneği sunuyor.
Sanatçının birbirinin devamı niteliğinde 2004, 2009 ve 2011 yıllarında gerçekleştirdiği “Kırmızı Oda”, “Bekleme Odası” ve “Kayıp Oda” serileri de ilk kez birarada “Eksilen Zaman” sergisinde görülebilir.

Sergide yer alan ve “4/12: Bir Evin Topografyası” projesinin bir parçası olan, yürüme eylemindeki bir dizi adımını gösteren “Denizden Ev’e: 282 Adım” ve “Okulu Ölçmek” çalışmaları, temelinde zaman kavramına odaklanıyor. Çocukluk ve yetişkinlik arasındaki karşılaştırmalar, Peter Handke’nin “Çocuk Olmanın Şarkısı” şiirinin Saray’ın el yazısıyla video çalışmasında görselleştirilmiş halinde izleyicinin karşısına çıkıyor. Saray, “Ticari Olmayan Özgeçmiş̧” çalışmasıyla İstanbul sanat ortamının ekonomik ve sistemsel verileri bağlamında, sanatçı olarak yapıt üretme dışında üretmek ve yönetmek zorunda olduğu etkinlikleri ve olanakları belgeliyor. 5 odaya yerleştirilen “3 Hikaye – 3 Anlatı” başlıklı yapıt dizisi “Kırmızı Oda” (2004), “Bekleme Odası v1” (2009), “Kayıp Oda” (2011) ve “Kırmızı Oda: Sekanslar” (2005), “Işıksız Oda” (2007) başlıklı çalışmalar bu özgeçmiş dökümü içindeki zirve işleri oluşturuyor. “Bellek Mekanları” resim dizisi, küreselleşmenin temelindeki kentsel dönüşümler ve tüketim ideolojilerinin egemenliğinin mimari dokudaki görüngülerini sunarken, “...gibi hissetmek “ ve “Rezonans” başlıklı videolar bireyin günümüz koşullarında doğa (ekoloji) ve kent (urbanizm) ile ilişkisindeki güç, direniş, haz, umut ve güçsüzlük, boyun eğme ve umutsuzluğun görsel metaforlarını yaratıyor.

Çağrı Saray’ın üretimlerine buradan ulaşabilirsiniz: cagrisaray.blogspot.com.tr/
3 - 30 Nisan 2015
Galata Özel Rum İlköğretim Okulu

Kemeraltı Caddesi No:49 Galata İstanbul

Açılış: 03 Nisan 2015 18:30
Sergi gün ve saatleri: Salı-Pazar 11:00-19:00

--

Çağrı Saray
1979 İstanbul’da doğdu, İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor. 2001 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. 2002-2004 yılları arasında Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterlik programlarını tamamladı. Halen Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak görevine devam etmektedir.

2001’den bu yana “Gri Koridor” (2013, Paris, Fransa), “4/12: Bir Ev’in Topoğrafyası” (2011, İstanbul, Türkiye) ve “Bellek Kutuları-1” (2001, İstanbul, Türkiye) sergileri dahil olmak üzere 9 kişisel sergi gerçekleştirmiştir.

“Kopuşlar ve Kavuşmalar” (2014, Kuad Galeri, İstanbul), “3.Uluslararası Çanakkale Bienali” (2012, Çanakkale, Türkiye) ve “Ateşin Düştüğü Yer” (2011, İstanbul, Türkiye) dahil olmak üzere 80’in üzerinde yurtiçi ve yurtdışı karma ve grup sergilerinde işleri sergilenmiştir.

--------------------------------------------------------------

Diminishing Time consists of Çağrı Saray’s installations, drawings, etchings, photographs and videos based upon questionings of identity, personal memory, the concept of home-space and the societal-political meanings of urban environment.

A series of works that the artist produced between 1999-2015 and assembled in this exhibition aims to expose the data from today and from the past a single form that is systematic and all-affirming instead of direct and anomalistic elements. Çağrı Saray reviews his past in the back of his memory which he reconstructs with every new experience and incident in the context of social circumstances. He focuses on the political, economical, social changes that are compelling and that unsettles local and global life conditions, and how these changes transform or diminish the memory.

The content and forms within the artist’s works meticulously map various features, processes and moments of these opposable conditions. Saray offers a bare, yet appealing and oppositional choice of notion against the dominant power of the visual culture produced by sovereign discourse.

The series called “The Red Room”, “The Waiting Room” and “The Lost Room” Saray created in 2004, 2009 and 2011 as a follow-up can be seen altogether for the first time in the exhibition.

Part of the project “4/12: Topography of a Home” and showing a series of steps of a walker, the drawings titled “From the Sea to Home: 282 Steps” and “Measuring the School”, in essence, focus on the concept of time. Comparisons between childhood and adulthood confronts the audience as Saray’s visualization of Peter Handke’s “Song of Childhood” by handwriting in his video. With “Non-Commercial Autobiography”, Saray documents in the context of the economical and systematic data of the Istanbul art scene the activities and opportunities he had to produce and manage other than creating artworks as an artist. Located in 5 different rooms, series called “3 Stories – 3 Narratives” that includes “The Red Room” (2004), “Waiting Room v1” (2009), “The Lost Room” (2011), “The Red Room: Sequences” (2005) and “The Lightless Room” (2007) sets the climax to this résumé inventory.
While the painting series “Memory Spaces” presents the phenomena of urban transformation that lies behind globalization and the dominance of consumerism ideologies within the architectural texture, video works titled “Feeling like…” and “Resonance” create visual metaphores of power, resistance, pleasure, hope and powerlessness, abidance, hopelessness as to the individual’s relationship with nature (ecology) and city (urbanism) in modern-time conditions.

You can find Çağrı Saray’s works here: cagrisaray.blogspot.com.tr
April 3-30, 2015
Galata Greek Primary School

Kemeraltı St. 49 Galata, Istanbul.

Opening reception: 03 Nisan 2015 18:30
Open hours: Tuesday to Sunday, 11:00-19:00

--

Çağrı Saray
Born 1979, Istanbul. Lives and works in Istanbul. Graduated from Marmara University Faculty of Fine Arts in 2001. Saray took charge as a research assistant in Bahçeşehir University’s Faculty of Communication, Visual Arts and Visual Communication Design Department between 2002-2004. He received his MFA and Proficiency in Art degree from Marmara University Faculty of Fine Arts. Saray continues his academic career as Assistant Professor at Marmara University Faculty of Fine Arts, Basic Design Department.

Since 2001, Saray executed 9 solo shows including “Grey Corridor” (2013, Paris, France), “4/12: Topography of a Home” (2011, Istanbul, Turkey) and “Memory Boxes-1” (2001, Istanbul, Turkey).

Çağrı Saray’s works were exhibited in over 80 domestic and foreign group shows including “Ruptures and Convergences” (2014, Kuad Gallery, Istanbul), “3. International Çanakkale Biennial” (2012, Çanakkale, Turkey) and “Where Fire Has Struck” (2011, Istanbul, Turkey).


Kişisel Sergi: Outsider | Personal Exhibition: Outsider




Basın Bülteni

ÇAĞRI SARAY

“OUTSIDER”

9 Ocak  – 21 ŞUBAT 2015

Kuad Galeri
Süleyman Seba Cad. 52 Akaretler, Beşiktaş, İstanbul

OUTSIDER (dışardaki) başlıklı sergide Çağrı Saray’ın  sunduğu yapıt topluluğu, onun kimlik sorgulamaları, kişisel tarihi, ev-mekan kavramı ve kentsel ortamın toplumsal-siyasal anlamları üstüne görsel düşüncelerini yansıtan desenleri, gravürleri, fotoğraf ve videolarının yerleştirmesini oluşturuyor.

OUTSIDER başlığı, yapıtların içeriği ve biçiminden çok, Saray’ın  yerel ve küresel yaşam koşullarını sarsan zorlayıcı güncel siyasal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerinde sanatçı olarak durumu/duruşu ile ilgilidir. Yapıtların içerik ve biçimleri bu karşı çıkılabilir koşulların çeşitli özellik, süreç ve anlarını titizlikle haritalandırıyor.

Saray, İstanbul’un oldukça rekabetli sanat ortamına çıkışından bugüne tedirgin anlatıları, sıradan yaşam sahnelerini ve gündelik nesneleri resimleyen özgül desenleriyle öne çıktı. Güçlü, kararlı çizgiler bu resimlerde çoğalarak, görsel belleğin dün ve bugün hattındaki akışına gönderme yapan hareketli imgeler oluşturuyor. Bu sergideki resim, fotoğraf ve videodan oluşan güncel işleri de kuşkusuz onun bu temel kavram ve biçiminden kaynaklanıyor, ama çok yönlü değerler ve özel efektler yansıtıyor.

             Çağrı Saray'in işleri daha önce Kuad Galeri’de çizgi ile yapılmış imgelere odaklanan  “OnLine” adlı sergisinde gösterilmişti (Kasım-Aralık 2013). O sergi günümüzde sanatçıya yeni bir yön ve amaç gösteren çizgiyi öne çıkarıyor, izleyiciyi sanatçıların çizginin geleneksel ve güncel teknikleri ile süregelen ilişkisine tanıklığa çağırıyordu. Çizginin bilgisayar ve videonun çeşitli  uygulama olanakları ile birlikte  düşünce ve düşgücünün hala en hızlı ve yalın ifadesi olarak sanatçıya motivasyon verdiği savunuluyordu.

             Saray’ın ilişkisel estetik yöntemi, siyasal, toplumsal ve kültürel kavram ve içerikler ve çeşitli çizgi teknikleriyle  üretilmiş imgeleri izleyici için taze bir bakış ve algılama sunuyor. Yalınlığı ve karmaşıklığı bileştiren çizgilerle oluşturulan bu imgeler çözümlenebilir ve anlaşılabilir metaforlar öneriyor. Çizgi yinelemesinin oluşturduğu oyun izleyicinin bakışını özgürleştiriyor. Saray, sert programlı tüketim ve medya güdümlü görsel kültürün egemenliğine karşı yalın- ama çekici ve muhalif- bir düşünce seçeneği sunuyor.


Detaylı bilgi ve satış için: kuad@kuadgallery.com




Beral Madra: Outsider

Beral Madra: Outsider


It’s very important to understand that an artistic truth is a proposition about the sensible in the world. It’s a proposition about a new definition of what is our sensible relation to the world, which is a possibility of universality against the abstraction of money and power.

Alain Badiou, Fifteen Theses on Contemporary Art
http://www.lacan.com//frameXXIII7.htm

The corpus of work of Çağrı Saray presented in this exhibition entitled OUTSIDER consist of drawings, etchings, photography and video; all arranged as an installation related to his visual reflections on identity questions, his personal history, the concept of home-space and, on urban environment and its socio-political connotations.

Hence, the title OUTSIDER is correlated to his position as an artist in the current coercive political, economic and cultural transformations that shake the local and global living circumstances rather than to the content and form of the works. The content and forms of works are meticulously mapping the various properties, phases and moments of these objectionable circumstances.

Since his debut into the highly competitive art scene of Istanbul Saray distinguished himself with peculiar drawings of illustrative bizarre narrations, ordinary living scenes and common objects. Strong, determined lines multiply in these unusual drawings so that they create an animated image and refer to the flux and reflux of visual memory. The recent works in this exhibition are evidently derived from this basic concept and form but reverberate multifarious properties and special effects.

First of all in these works of Saray one can rethink on the current competitive tension between hand drawing and computer drawing. This controversial condition is manifested most clearly. They make perfect sense as we are now accustomed to computerized art making, but at the same time they initiate the traditional sensibility towards what we expect from art making. The repetitive and complex mode of lines emphasizes the figurative imagery on the works, which is derived from the simple details of the real world and daily life.  At the same time the simplicity of these lines verify that the idea is essentially born of simple line and the intention is to indicate the crucial individuality. In Saray’s work, line is applied both as a consequence of, and referred to as a vehicle for formal virtuosity and intense personal vision. Functional, simple, but also scenic and intricate drawings are residing somewhere between reality and fantasy, form and non-form and create a vibrant show, rich in complexity and thought.

Saray’s previous works were shown Kuad Gallery’s “OnLine” exhibition (November-December 2013) focusing to the artworks, which produce images with line. The realization of that exhibition was based on present-day motivations and intentions. It was witnessing the artist’s continuous commitment to the traditional and up-to-date techniques of line. The line was introduced as still the most fast and simple expression of the idea and imagination, together with many possibilities of drawing a line with computer and video techniques that gives the artists motivation. It was a deliberate choice to name these current techniques as “works of line” and not “drawings”. Drawing has a traditional-classical and Modernist-poetic meaning.

 The political, social and cultural concepts and contents and the relational aesthetic in the images produced with various techniques of line, as manifested in Saray’s drawings invoke an updated gaze and perception for the viewer. Images in his works created with lines propose decipherable and intelligible metaphors. With their repetitive intricacy they convey a liberated form of seeing for the viewer.  Saray presents an alternative to the hegemony of forms of seeing strictly programmed by the consumption and media oriented visual culture. 

The same illusory perception of “hand made-computer-made” can be experienced the 8 white on white reverse printed etchings entitled “Memory Spaces” (2014), which depict the transformation of urban scenery as if seen from a mirror, as if it is a metaphor of what has been before and after the ruthless intervention of neo-capitalist interests of official and private sector. Saray’s work evokes an extremely sensible approach on current concerns of private-space public-space antagonisms. The sensibility is reflected in this method of creating a minimalist serene effect with white on white etchings.

The photography works show his inquisitive defiance more clearly. The one entitled “The Weight of History”, his performance documentation shows a nervous personal isolation in front of Louvre. His anguish in a graceful manner marks the reality that history matters and it has long lasting effects on social psychology unless it is not questioned and re-written. “Feeling Like…” also shows a bewildered person in an uncanny forest. Here, the uncanny ambiance, which upsets and disturbs the human engagement with the world around, is rendered as blurred shot. The relation between the person and the forest-scape questions again the ambiguous boundaries between the self and the environment.

In this corpus of work Saray’s speculative perspectives on the decentered historical moment becomes visual anchors for the perceiving subject.

Beral Madra, December 2014











Bellek Mekanları | Spaces of Memory


Bellek Mekanları
Bellek Mekanları” isimli seri 12 resimden oluşan bir çalışmadır. Temel olarak, yakın tarihimize ve toplumsal belleğimize dair hem mimari olarak yapıların imajlarını hem de birer bellek mekanı olarak aynı bağlamda ele alabileceğimiz nesne ve imgeleri içerir. Tüm bu imgeler, iktidarın yıkıcı gücünün temsillerini oluşturmaktadır. Söz konusu iktidar ve yarattığı hegemonik yapı; Gramci’nin de vurguladığı üzere kimi zaman hükümet, askeriye ya da doğrudan siyasi yapılanmalar üzerinden gerçekleşebileceği gibi farklı görünümler ve farklı formlarda da karşımıza çıkabilmektedir.
Seride yeralan 12 resim gravür tekniğiyle üretilmiştir ve yatay yönde ters basılmışlardır. Buradaki görsellerin bir aynadan bakarcasına ters üretilmiş olması; kamusal olanın  belleğimizdeki karşılığı niteliğindedir. Üretim süreci öncelikle çizimleri yapılmış, daha sonra ise asit indirme yöntemi ile çizgilerin dışbükey gofre olarak elde edilebilmesi için çinko plakalar hazırlanmış ve boya kullanılmadan sadece beyaza beyaz çizgilerin görülebileceği yüzeyler oluşturulmuştur. Tekniğin bellek mekanlarıyla ilişkisi, imgelerin tarihselliği ve egemen söylemin gelişim sürecine dair bellek ile doğrudan ilişkilidir.     

Spaces of Memory
The series titled ‘’Spaces of Memory’’ is an artwork composed of twelve paintings. Basically, it includes objects and images that we can approach both as images of constructions in an architectural sense and as spaces of memory in relation with our recent history and social memory. All these images form representations of the subversive maelstrom of the government. This government in question and the hegemonic structure it creates, as Gramsci also marks, can face us with different appearances and different forms, as well as being realized in terms of state, military or directly through political organizations.
The twelve paintings in the series are created by etching and printed reverse horizontal. The direction of these images reveals the reflection of public spheres on our minds. During the production process, first the drawings are created, and then zinc plates are prepared for the lines to become a convex intaglio by submerging them in acid, and surfaces where only the white lines are visible are created without using any paint. The relation of the technique with the spaces of memory is directly related to the historicity of image and the collective memory about the improvement process of the dominating discourse.

     Bellek Mekanları_no: 1-13, enstalasyon-420x150x40 cm, (8 gravür, 100x70 cm-her biri), 2014
Spaces of Memory_no:1-13, intallation-420x150x40 cm, (8 etching, 100x70 cm-each), 2014 


















Basın | Press


ARTFORUM 
artforum.com/?pn=archive&id=50051 
artforum.com/?pn=picks&section=eu#picks50051


Daily Sabah, 17-18 Ocak 2015


İstanbulArtNews, Şubat 2015


Birgün Gazetesi, 6 Ocak 2015


Artam dergisi, Ocak - Şubat 2015 Sayısı, Sayfa 92





Fırat Arapoğlu: Röportaj / Fırat Arapoğlu:Interview

Fırat Arapoğlu: Röportaj / Fırat Arapoğlu:Interview

http://haber.sol.org.tr/
Çağrı Saray: İktidarın hegemonyasına karşı kendimi görünür kılıyorum

Çağrı Saray, KUAD Galeri’de 9 Ocak’ta açılan ve 21 Şubat tarihine kadar izlenebilecek olan “Outsider” (Harici) başlıklı son kişisel sergisiyle izleyenlerinin karşısında.
Görüşme: Fırat Arapoğlu
Perşembe, 08 Ocak 2015 12:04


Çağrı Saray, kimlik sorgulamaları, kişisel tarih, ev-mekân kavramı ve kentsel ortamın toplumsal-siyasal anlamları üstüne görsel düşüncelerini yansıtan desenleri, gravürleri, fotoğraf ve videolarının yerleştirmelerinden oluşan bir sergi hazırladı. Saray siyasal, toplumsal ve kültürel kavram ve içerikler ve çeşitli çizgi teknikleriyle üretilmiş imgeleri izleyici için taze bir bakış ve algılama sunuyor ve yalınlığı/karmaşıklığı bileştiren çizgilerle oluşturulan bu imgeler, çözümlenebilir ve anlaşılabilir metaforlar önermekte. Çizgi yinelemesinin oluşturduğu oyun izleyicinin bakışını özgürleştirirken, sert programlı tüketim ve medya güdümlü görsel kültürün egemenliğine karşı yalın- ama çekici ve muhalif- bir düşünce seçeneği sunabilmekte.
Çağrı, seni soL Portal adına bu son kişisel sergin dolayısıyla tebrik ederim. Bu minvalde, biraz genel biraz da o genelin içinde küçük “özel” nüanslarla seni sanatseverlere ve okuyucularımıza daha yakından sunabilmeye çalışacağım. Böylece hemen sorayım: Çalışmaların ve genelde projelerin/deneyimlerinin öncesinde ve esnasında ne tür olgular/olaylar üretme arzunu arttırıyor ve diri tutuyor? Bununla birlikte ne tür olaylar heyecanını engellemekte?
Öncelikle teşekkürler, çünkü bu sergiye ilişkin bir röportajın gerçekleşeceği belki en doğru mecra olduğu kanısındayım Sol Portal’ın. 15 yıllık üretim sürecimde her ne kadar farklı mediumlarla çalışıyor olsam da, belli bir bakışın ve yaklaşımın aslında işlerimin merkezinde yer aldığını söyleyebilirim. Bu üretim dizgesinde, tıpkı hayatımızın kendisi gibi, öncesi ve sonrası olan, sürekli devinim içinde olan ve değişebilen-dönüşebilen bir sürece tanıklık ediyoruz. Ben bu sürecin içinde kendi kişisel tarihimle toplumsal olanın çarpışmasıyla ortaya çıkan verilerle ilgileniyorum. Bu diğer bir deyişle, mahrem olandan yola çıkıp, aslında hepimizin yaşadığı sorunlarla ilgileniyorum. Burası zor bir coğrafya ve her coğrafyanın kendine özgü bir aurası ve bir geçmişi var, ki bu geçmiş muhakkak şu an ile bağları olan bir geçmiş. Biz Türkiye’de yaşayanlar olarak bunu en sert haliyle hissediyoruz. Projelerimi ve çalışmalarımı, genel olarak, böyle bir auranın içinde yer alan her türlü toplumsal durumun, sorunun bendeki karşılığı üzerinden kurguluyorum. Bu durumlar bütünü ve bu sorunlu politik ortam hem benim üretmeye devam etmemi sağlayan bir enerji niteliğinde, hem de bir birey olarak sayısız hayalkırıklığını ve mutsuzluğu içinde barındırmakta.      
Sanat tarihsel bir soruyla, biraz da popülarize ederek sorayım: Eğer çalıştığın alanda sen var olmasaydın hangi sanatçı olmayı isterdin ve spesifik olarak hangi çalışmaları üretmeyi isterdin, “Ben yapmalıydım” dediğin işler kastettiğim? Buradan hareketle bugün çağdaş sanat alanını ve Türkiye Sanatı’nın bu konjonktürdeki durumunu kısaca nasıl değerlendirebilirsin?
Gerçekten cevaplaması zor bir soru. Sanırım genç kuşaktan, buna 30’un altı desek, “Ah bunu ben yapmalıydım” diyebileceğim bir isim aklıma gelmiyor. Bunun temel sebebi, bu üretimlerin çoğunun, galeri hegemonyasında üretim yapmaya mahkum bırakılan ya da tabii ki doğrudan bunu tercih eden, salt biçimsel ve işin ticari boyutunun bir üretim stratejisine dönüşmesiyle ortaya çıkan üretimler olmaları, elbette istisnalar da var. Fakat sanırım 2008’den beri bu profil, Türkiye’deki genel eğilimi ortaya koyuyor. Kendi kuşağımdan ve daha eski kuşaklardan ise, beni heyecanlandıran çok sayıda iş var.
Çağrı, biçimsel ya da düşünsel ideolojini özelde ise hayata bakışını ve üretimlerinin altyapısını nasıl bir manifesto özetleyebilir sence?
Ben iş üretirken, öncelikle kendimi özellikli bir durumun içinde konumlandırmamaya çalışıyorum, en nihayetinde bu topraklarda yaşayan bir bireyim ve hepimizin öyle ya da böyle ortak sorunları var. İktidar, bu iktidarın yarattığı hegemonya, “kadermiş” gibi görünen ve sayısız defa tekrar eden ölümler, felaketler ve bunların tümüne verdiğimiz toplumsal reaksiyon bizim ortak bilincimizi oluşturuyor. Öte yandan ben de sanatçı olarak kendi hikayemi ve hegemonyaya karşı konumumu görünür kılıyorum.   
  
Bugün içinde bulunduğumuz noktada, çağdaş sanatın temsil ettiği düşünce ve biçim nedir sence?
Bunu çağdaş sanat ya da güncel sanat olarak tanımlamamak daha doğru, çünkü bu alanın da çeşitli angajmanları var; ticari angajmanlar ve diğer tüm alanlar gibi bu alan da temiz değil. Fakat genel olarak sanatın daha makro ölçekte kültür alanına hâlâ önemli katkısı olduğu kanısındayım. Ütopyaların artık ortadan kalktığı günümüzde, sanat üretimleriyle yeni distopyalar üretmek ve ötekiyle mutlak bir temasa geçme gereksinimi kaçınılmaz. Diğer türlü sanat, pek de önemli bir şey değil.     
Yıllar içerisinde izleyicilerinden aldığın geri dönüşler nasıl? Sana ulaşan yorumlar, eleştiriler ve düşünceler?
Sanatçı olarak hiçbir dönemimde sansasyonel biçimde birden çok öne çıkmadım ya da uzun süre ortalardan kaybolmadım. Yapmam gerekeni yaptım; yeni işler ürettim ve sürekli sergi yaptım. Bu süre zarfında beni takip eden kemik bir kitle oluştu, bu kitleye eklemlenenler de oluyor. Ama ne yazık ki, bizde bir bellek sorunu var, hafızasızlık. Uzun süredir bu alanda multidisipliner bir çalışma pratiğim var, fakat birçok kişi beni “şu vibrasyonlu çizimleri yapan sanatçı” olarak tanıyor, özellikle de gençler. Bana ulaşan en enteresan yorum ise, yaptığım işlerdeki politik duruşuma ilişkin oluyor. Bazı işlerimden dolayı bana sola yakın olduğumu, bazı işlerimden dolayı da ulusalcı olduğumu söyleyenler oldu. Fakat iş okumak daha derinlik isteyen bir meseledir, entelektüel bir bilgi gerektirir, yüzeysel okumalar ise bizim alışkanlıklarımızı tetikler; aynı bu örnekteki gibi; nasıl görmek istiyorsak öyle tanımlıyoruz ‘karşımızdakini’.
Ulusal ve uluslararası sergilerde yer aldın ve projelerde rol aldın. Sergi ve sanat aktivitelerini karşılaştırsak nasıl bulgularla karşılaşabiliriz? Yurtdışıyla ülkemiz arasındaki sanat üretimi arasında nasıl analojiler ya da zıtlaşmalar bulunmakta sence?
Bu soruyu kısa cevaplamak zor. Uluslararası anlamda her dönemin kendi ruhu ve öne çıkan eğilimleri olmuştur. Örneğin politik sanatın daha aktif rol oynadığı zamanlar oldu, daha gözönünde olmadığı dönemler de. Ayrıca burada politik sanatın ne olduğu sorusunu da tartışmak gerek. Bugün ise politik sanat biçim değiştirdi, içinde aktivist söylemler barındıran, sanat nesnesi bağlamında yeni üretim biçimleri öneren, toplumsal hareketler, ideolojik temsiller, ekoloji ve yerellik gibi başlıkları yeniden tanımlayan bir  alanı tarif ediyor. Bu bağlamda Türkiye’deki üretimler, birkaç isim dışında, bana daha çok doksanlardaki politik sanatı hatırlatıyor. Bizde yerel meseleler her daim daha ön planda. Daha uzağa bakmak ya da zamanın ötesine geçmek ise bambaşka birşey. Fakat Gezi ve sonrası hepimize çok şey öğretti, hem birey hem de sanatçı kimliğimizi biçimlendiren bir ivme kazandırdı. Bunu Türkiye’deki sanat üretimlerinde görmeye başladık bile.   
Son olarak, KUAD Galeri’deki bu son serin/serginle ilgili neler söyleyebilirsin?
Kuad Galeri’deki serginin adı Outsider (Harici). Bu isim özellikle benim birey olarak ve sanatçı olarak konumumu tanımlayan bir başlık. Sergideki kurgu son üç yılda ürettiğim yeni bir serinin ve diğer yakın tarihli işlerin yan yana gelişleriyle ortaya çıktı. Son üç yılda Türkiye’de yaşanan toplumsal olayların izlerini bu sergide görmek mümkün, ama yine örtük biçimde; her an kaybolabilecek ya da yeniden görünür hale gelebilecek şekilde. Bazı işlerde bu izler dışardan bakan birinin tanıklığıyla karşımıza çıkacak, bazı işlerde ise ateşin tam ortasındayken.

…gibi hissetmek (detay_videodan kareler) | …feel like (detail_screenshots from video)

...gibi hissetmek

Görüntüde yeralan figür, bir çatışmada yeralan temel refleksle yerden bir “şey” almakta ve karşısındaki doğa manzarasına fırlatmaktadır. Saray’ın çizimlerinde de sıklıkla gördüğümüz titreşime benzer bir rezonansla mekandan figürün kendisine doğru yayılan bir rezonans, izleyici olarak bize karşımızdaki görüntünün yapay bir gerçeklik olduğunu ve aslında figürle manzara arasında bir boyut farklılığı olduğunu göstermektedir.

Videodaki durumu şaşırtıcı kılan ise, figürün ilk atıştan sonra eylemi tekrarlamasıyla ilişkilidir. Bu tekrar mekanın gerçekliğine dair figürdeki ikna sürecidir, ‘şeyi’ fırlatan figür, mekanı delmek istercesine –fakat delinemeyeceğini bilmesine rağmen- atışını tekrarlar ve
tekrarlar..
Feeling like...
The figure within the frame picks something up from the floor with a visceral reflex on a war zone and throws it towards the landscape in front of him. A type of resonance similar to what we frequently experience with Saray’s drawings spreads from the space towards the figure; shows us, the viewers, the scenery we’re facing is an artificial reality and there is a dimensional difference between the figure and the space itself.
What makes the video’s existing situation a spectacular is the repetition of the act after the first throw. This repetition is the process of persuasion for the figure, regarding the reality of the space. The figure throws and throws again, repeating his act and seemingly struggling to dig through the space, even though he knows that it’s impenetratable.


…gibi hissetmek (detay)| …feel like (detail)
Video
20 sn. (loop)| 20 sec. (loop)
+ses | +sound
2014
Saliha Yavuz: Röportaj | Saliha Yavuz: Interview

Saliha Yavuz: Röportaj | Saliha Yavuz: Interview

http://www.artfulliving.com.tr


Saliha Yavuz ile Röportaj



          Düşünce Üzerinden Gerçekleşen Bir Dizgesellik

          Çağrı Saray ve Beral Madra ile Kuad Galeri’deki ‘Outsider’ sergisi üzerine, 80’lerden video sanatına, Türkiye’deki sanat izleyicisine kadar uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik. Çağrı Saray’ın çizgi işleri, gravürleri, videolarını içeren ‘Outsider’ sergisi 28 Şubat’a kadar Kuad Galeri’de izlenebilir.

Çağrı Saray ve Beral Madra ne zaman tanıştı, ne gibi projeler yaptı? 

Beral Madra: Bu karşılaşmada yapısal bir mesele var. 2000’li yılların başında bir yandan Tüyap sergileri genç kuşağa kendilerini ortaya çıkarabilmeleri için bir katkı sunuyordu, diğer tarafta biz de Borusan’da, genç sanatçılarla Yeni Öneriler Yeni Önermeler diye bir sergi dizisi yaptık. Bu sergiler kuşaklar arasındaki kopukluğu gidermek üzere yapıldı ve çalışma herkese birçok bilgi aktardı. Benim açımdan ise çok önemliydi çünkü orta yaşın üstünde bir küratör olarak bu kuşağa nasıl yaklaşacağım üzerine bir deneyimdi. Bu bir sorun olabilirdi, ama bu sergiler ile bu sorunun üstesinden geldim. O dönemde tabi araştırmalar ve üniversitelerdeki eğitimcilerle işbirliği yapıyorduk. Ben böylece Çağrı ve onun kuşağını tanıdım.


Sonra Italya’dan Bruno Cora, La Spezia’da yapacağı sergide yer almak üzere benden Türkiye’den iki genç sanatçı davet etmemi istedi. Bütün Avrupa’dan genç sanatçıların işlerinin sergilendiği, önemli küratörlerin de davet edildiği çok iyi bir sergiydi. Ben de Çağrı Saray ile Şeyda Cesur’u davet etmiştim. Yaptıkları işler orada da dikkat çekti. Sonra birçok sergide beraber olduk. Günümüz Sanatçıları var, BM Suma’daki sergilerde, 3. Çanakkale Bienali’nde ve Kuad’daki karma sergilerde.
Çağrı’nın ilk işlerinden bugüne hep mekân, kimlik, ‘kör göze parmak olmayan’ bir politik bir duruş var. Bu anlamda sizin Türkiye’de yaptığınız işler ve duruşunuzla da kesişiyor sanırım.
Beral Madra: Sonuçta ben de hep siyasal toplumsal sorunlara değinen sanatçılara yakınlık duydum. Bu çok açık. Benim Çağrı ile ilgili en dikkatimi çeken resimli roman tekniğine yaklaşan ama daha çok metafor olarak, sürrealist bir şekilde sunduğu işleri idi. Video, fotoğraf gibi farklı mediumları bir arada kullanıyor olmasıydı ve bir de herhalde sezgilerimle Çağrı dikkatimi çekti.

‘Kimlik’ meselesi özellikle Türkiye’de 80’lerden beri işlenen bir konu. Senin işlerinde bahsi edilen, siyasal durum ve toplumsal etkenler meselesinde kendini konumlandırdığın yer, tarif ettiğin hâl, sanatçı olarak baktığın nokta nedir?
Çağrı Saray: Türkiye’deki çağdaş sanatın gelişimine baktığımızda, 80’lerin sonundan itibaren üretim yapan bir kuşak, 90’ların ortalarından itibaren gelen ikinci bir kuşak ve ardından 2000’li yıllarda bu kuşağa eklemlenen benim de içinde olduğum başka bir kuşak var. Özellikle politik sanattan bahsediyorsak, Türkiye’de karşılığını bulan 80’ler ve 90’lardaki politik sanatla benim yaptığım işler arasındaki bağı çok doğrudan kurmuyorum açıkcası. Özellikle 2000’lerin başında ürettiğim işlerde de bu politik bakışı ve kimlik kavramını, işlerde bir şekilde gömülü olan, gizlenmiş bu unsurları çok fazla ön plana çıkarmamaya gayret ediyordum. Çünkü bunu zaten doğrudan, çok direkt olarak, sloganist bir biçimde yapan ve bu yöntemi-dili kullanan ve sanatçı olarak kendi varoluşunu bu dil üzerinden kuran çok sanatçı vardı. Ayrıca unutmamak gerek ki, 90’lardaki politik sanatla bugünkü arasında da önemli farklar var. Bugünkü politik sanat; içinde estetik politik eylemi de barındıran ve aktivizmi de, ekolojiyi de içeren çok katmanlı bir yapıya dönüşmüş durumda. Aslına bakarsan benim son zamanlarda işlerimde hep biraz daha geri planda tuttuğum politik söylem ve işlerin içindeki gizli kodlar biraz daha görünür olmaya başladı ya da ben bunları biraz daha görünür hale getirmeyi tercih etmeye başladım. Yeniden bakıp düşündüğümde, genel olarak üretimimde politik söylemi araçsallaştırmamaya ve öncelikli olarak kendi tarihimi ve hikayesel dizgemi oluşturmaya özen gösterdiğimi söyleyebilirim.  
Bir röportajında ‘İşlerin bütününde dizgesel bir izlek olmasına dikkat ediyorum bu yüzden işlerimde bir oto-kontrol her zaman mevcut’ demişsin. Nasıl bir oto-kontrolden bahsediyoruz? Bunun sınırlandırıcı bir durumu olmuyor mu?
Çağrı Saray: Sınırlandırıcı olabilir. Ama ben zaten herkesin her şeyi söyleyebileceğine ya da herkesin her şeyi yapabileceğine dair kuşkular taşıyan biriyim. Üretim anlamında da, yaptığım işlerin mutlaka bir öncesinin ve sonrasının olduğuna inanırım her zaman. Tabii her sanatçının farklı çalışma yöntemleri var. Bazı sanatçılar bir sergiden ya da bienalden davet alır, mekâna özgü ya da serginin kavramsal çerçevesine uygun sıfırdan yeni bir iş üretirler. Ben böyle çalışmayı çok tercih etmem, üzerine çalıştığım projelerle daha önceki yapmış olduğum işler arasındaki bağı her zaman kurmaya çalışırım. Bu yeni denemeler yapmadığım anlamına gelmiyor tabii. Fakat zaten sanatçı olarak her yeni üretimle henüz bitmemiş bir bütünü-bir formu oluşturursunuz, izleyici olarak da buna katılırsınız ve paylaşırsınız.
Peki üretim sürecin nasıl işliyor?
Çağrı Saray: Spontan bir görüntünün yakalanması veya o görüntünün bir imge olarak kullanılması, ona müdahele edilmesi, dönüştürme meselesi zaman zaman benim üretimimde de söz konusu olabiliyor elbette ya da sonucunu bilmediğim bir sürü deney de yapıyorum ve her yaptığım işi sergilemiyorum. Benim söylemek istediğim, daha çok üretimin içeriğe ilişkin boyutuyla ilgili. Dizgesellik, görsel ve biçimsel olarak kurgulayabileceğim imge üzerinden değil de, düşünce üzerinden gerçekleşiyor. Zaten kullandığım bütün görseller ve mediumlar da birbirinden oldukça farklı. Bunlar zaman zaman daha fazla öne çıkabiliyor. Mesela 3-4 senedir yoğun bir şekilde geleneksel adıyla desen diyebileceğiniz çizgiyle yaptığım işler daha görünür oldu. Fakat bu üretimlerin bütününe baktığınızda ise, bir düşünme biçimi ortaya çıkıyor.
Çizgi işlerinden bahsetmişken, Beral Hanım’ın da metninde bununla ilgili bir değerlendirmesi var. Desenden ziyade çizgisel işler diye tanımlıyorsunuz değil mi?

Beral Madra: Desen çok klasik bir terim. Burada çizgilerin çoğalması ile ilgili bir takım biçimsel göndermeler var. Bu biçimsel göndermelerden biri mesela; medyaya odaklanmış gözlerin aslında belli kimyasal bir şeyden etkilenmesinin söz konusu olması. Ben bu resimlere baktığım zaman ‘bugünkü insan elle çizilmiş bir resmi nasıl görebilir’ diye düşünüyorum. Burada videoları ile olan ilişki de farklı. Sonuçta bugün her şey pixel. Dolayısıyla burada çizgi de o pixelin yerini almış gibi geliyor bu resimlerde. Bence teknik olarak böyle bir kayma var.


Bir de tabi miyopi, bugün ‘Türkiye’de insanlar neyi ne kadar görebiliyor?’ meselesi de var. O noktada bu çizgi resimler kuşkuya yol açıyor. Hem teknik olarak hem içerik olarak ‘ne görüyorsunuz’ sorusu oluşuyor. Benim bu sergideki üstünde duracağım özellik side guides. Bugüne çok yanıt veren bir yapıt üretimi bu. Özellikle bugünkü Türkiye’de ‘Tarihin Ağırlığı’ durumu var, tarihinle hesaplaşacaksın. Ama bugün dünya da Avrupa da kendi tarihi ile hesaplaşamıyor bir yandan. Eğer Auschwitz’den hayatta kalanların aynı gaz odalarına gidip ‘Lütfen inanın artık gerçek bu. Ben gaz odasından çıktım’ demesi de dünyanın tarihi ile hesaplaşmasına yetmiyor. “Tarihin Ağırlığı” işi bence ikonik bir resim.
Gravürlerde de çok temiz görünen, hem işin tekniği ve hem sunulan mimari yapılar ile de benzer bir durum sunuluyor aslında. Bellek meselesi, mekânların temsil ettiği durumlar...
Beral Madra: Tabi gravürlerde de kentsel dönüşümden, belleğin korunmasına, ‘Türkiye’de insanların bu tarihi, bu yapılar üzerinden korumasına yönelik bir durum var mı?’ sorusuna kadar birçok şeyi sorguluyor.  Sonuçta Haydarpaşa çatısız olarak bırakıldı hâlâ öyle duruyor, ne olacağı belli değil.
‘Gibi Hissetmek’ ve video sanatı üzerine
‘Gibi Hissetmek’ videosundan biraz bahsedebilir misiniz? 

Çağrı Saray: Videodaki görsel, şehrin içinde bir parkta çekilmiş görüntüyle, yeşil ekranda çekilmiş başka bir görüntünün birleşiminden oluşuyor. Videoda karşısında nerdeyse hareketsiz bir doğa manzarası olan bir adam var. Bu adam, direnişte de refleks olarak ilk yaptığımız eylem olarak, yerden bir ‘şey’ alıp karşısındaki gerçekliğe doğru fırlatıyor, fırlattığı şey görüntüye çarptığı zaman görüntüde bir rezonans oluşuyor. Fakat biz dikkatli baktığımızda, o rezonansın adamı etkilemediğini, sadece doğa görüntüsünün deforme olduğunu ve o görüntünün aslında şeyi fırlatan kişiyle aynı düzlemde olmadığını ve doğa görüntüsünün aslında bir simülasyon olduğunu anlıyoruz. Burada dikkat çekici olan; adamın karşısındaki manzaranın yapay bir gerçeklik olduğunu anlamasına rağmen eylemi tekrar ediyor olması.


Bir yandan da zaten şehrin içerisinde varolmayan bir kadraj var videoda. Sergide çizimlerde yer alan nesneler, mekânlar ya da mimari yapıların dışında, kent insanının günlük hayatta karşı karşıya gelmeyeceği bir ortam, bir metafor olarak karşımızda duran bir doğa görüntüsü…


Beral Madra: Çağrının videolarında bir soyutlama, aslında gerçekte olmayan bir görüntüyü bize gösteriyor olması önemli. Kendi düş gücü ve konsepti doğrultusunda bir video üretimi karşımızdaki. Ben son dönemde bu tür videoları tercih ediyorum. Tartışmaya çok açık üretim anlamında fark yaratan belgesel ya da prodüksiyon videolar ya da anlatıcı şeyler yerine bu tür videoların daha etkili olduğunu düşünüyorum.


Video işler, video-art konusunda bir süredir yazılarımda da değindim buna; videoları iki tür video üretimi anlamında görüyoruz. İlki belgesel yani belgesel bir temeli olan, başka insanları gösterek yapılmış videolar. Onlara baktığımızda her zaman için şunu soruyoruz: bu ne kadar sanat? Orada etik bir  mesele ortaya çıkıyor: tabii ki izinler alınarak bu videolar çekiliyor ama mesela Susan Sontag’ın fotoğraf için söylediği gibi fotoğrafta birilerini, işkence sahnelerini ve benzer şekilde insanları gördüğümüzde, ölüler bizim o fotoğraflara bakmamıza aldırmazlar çünkü zaten yoklar. Onun için oradaki etik meseleyi küçültüyor Susan Sontag. Ama Sontag’dan sonraki şeye baktığımızda, bir çağdaş sanatın gösterdiği görüntüler var bir de gazetecilerin gösterdiği. Hepsinde bu durum ortaya çıkıyor, hep sorguluyoruz; ne kadar doğru bunu göstermek. Çünkü orada bakışın arzusu, bakan kişinin arzusunu doyurmak ya da şiddete karşı duygularını daha çoğaltmak vesaire...


Diğer videolar ki -Çağrı’nın bu iki videosu buna çok iyi örnekler- bunlarda soyutlama var ve aslında gerçekte olmayan bir görüntüyü bize gösteriyor. Dediğim gibi son dönemde tercih ettiğim bu tür videolar.


Videoyu değerlendirirken tekniği ya da gerçeği kullandığı zaman yüzdeler sözkonusu. Şöyle ki; gerçeğin bir yüzdesi, kullandığın tekniğin bir yüzdesi var o şeyin içinde. Çoğu zaman sanatçılar kendileri de çekmiyorlar bir ekiple çekiyorlar ki bu başka bir prodüksiyon biçimi. Burada sanatçının zihinsel veya fiziksel katkısını gördüğümüz zaman buna göre karar veriyoruz. Sanat olarak gördüğümüz videolarda sürrealizm var olmayan bir gerçekliği eğretileme olarak ortaya koyuyor ve onun üstüne düşünmemizi sağlıyor. Tabi orada da bir teknik yardım alıyor. Ama her zaman tartışabiliriz, bugünkü dijital fotoğrafın teknikleri videonun teknikleri her zaman tartışma yaratabilir...


Çağrı Saray: Günümüzde sanatçıların farklı üretim yöntemleri var. Sanatın demokratikleşmesi bağlamında bu yöntemlerin hepsi kullanılabilir ve kullanılıyor da. Önemli olan, üretim yöntemlerinin sanatçının kurduğu bağlamla ilişkisinin ne olduğu, belki bunu tartışmak gerekiyor. Çünkü aynı yöntemi kullanarak, tamamen içi boşaltılmış ve karşımızda tüm çekiciliği ile duran ‘güzel’ bir görsel üretmekle, aynı görsel ve aynı yöntem ile kendi bağlamını oluşturmak-inşa etmek arasında da bir fark var diye düşünüyorum.

Sanatçı bir akademisyen olarak sanat eğitimi, izleyici konusunda ne düşünüyorsun?

Çağrı Saray: Benim çalıştığım kurum benim bir zamanlar öğrencisi olduğum kurum. Birinci sınıfta öğrenci olduğum sınıfta şimdi birinci sınıf öğrenclerine temel sanat eğitimi dersi veriyorum. Sanatçı olarak üretiyor olmanın akademik hayata da katkısı olduğunu düşünüyorum.


Öğrencilerle ilgili de şöyle bir durum var; 10 yıl önceki ile bugünkü 18-25 yaş profili arasında ciddi farklar var. İlgi alanları, pratikleri, görsel görüntüye, şu an çok daha hızlı olan bilgi akışına ve bu akış içerisinde bilgiyi kullanış biçimleri çok farklı. Belki biraz da şu var; yeni nesil için bugün sanat artık çok da fazla dert ettikleri, önemsedikleri bir alan değil. Çünkü zaten maruz kaldıkları ya da kendilerini teslim ettikleri o kadar çok şey var ki sanat bunların içerisinde çok küçük bir paydayı temsil ediyor.


Diğer taraftan maruz kaldıkları şeylerin yanında bir de Türkiye ve Türkiye’deki sanatın durumu, sanat okullarının işlevi gibi konular var, üzerine uzun uzun düşünebileceğimiz, konuşup tartışabileceğimiz konular. Kendini varetmek anlamında da bir takım angajmanlara girmeden kendi istediği, kendi inandığı şeyi üretmesi ve bununla kendini ortaya çıkarması ve bunun sürekliliğini sağlaması çok zor genç bir sanatçı adayı için. Galerilerin bu kadar çok sayıda olması, inisiyatiflerin ortadan kalkması, non-profit mekânların az sayıda oluşu ve sanatçıların çoğunun öncelikli tercihinin bir ticari mekânla çalışmak olması bunun sebepleri arasında. Türkiye’deki sanat okullarının çoğu, sanki bir fanus içerisinde öğrencileri saklayan ve onları konserve bilgilerle besleyen yapılar haline geldi. Oysa ki öğrencinin dışarı çıktığında karşısındaki profil bambaşka, çok daha sert ve acımasız. İşte tam da bu yüzden bir akademisyenin aynı zamanda sanatçı olması önemli bir avantajdır.


Beral Madra: Şöyle de bir şizofreni yaşanıyor: Türkiye sanat ortamında hem üretim alanında hem de üretimin tüketilmesi sürecinde bir takım sorunlar var. Bazı galericiler, koleksiyonerler, müze kurucuları sanki bu yapısal bozukluklar yokmuş gibi davranıyorlar. Bir yandan ‘kültür ve sanata hizmet ediyorlar’, ‘yatırım yapıyorlar’ diye bir anlatı da var, sürmekte olan. Şunu unutmamak gerek; Türkiye sınırlarından çıkıp benimsediğimiz bu çağdaş sanat sisteminin işlediği, Batı Avrupa ya da uygulamaya çalıştığımız sistemin varolduğu yerlere gittiğimiz zaman bizim sorunlarımız artık sorun değil oralarda. Oradaki değerler ve oradaki anlayış ve orada sanatçının konumlandırıldığı yer burada alt yapısı bozuk olan yerde uygulanmaya çalışılıyor. Zorluk burada işte. 

Kategori

Kategori