Karin Karakaşlı’nın öykülerini, sadece içerikleri açısından değerlendirmenin/konuşmanın yanlış olacağını düşünüyorum. Elbette yakıcı ve kahredici bir dünyanın dinamikleri var karşımızda, bunun dışında cümleler kurmamız mümkün değil. (Kahredici sözü tam isabet, kahroluyor herkes.) Ancak, bu duygusal yoğunluğun, Karakaşlı’nın dil-anlatıcı-zaman-mekan kullanımındaki maharetini ikinci planda algılamamıza izin vermemeliyiz.
Karin Karakaşlı bir dil ustası. Çokça kullanılan “mücevherci titizliği” benzetmesini yapmayacağım bu konuda. Çünkü “bir doktor kararlılığıyla” yatırıyor dili, edebiyatın ameliyat masasına. Bilinen sorudur; mesleği doktorluk olan devrimci, faşist cuntanın önde gelen ismi ölüm-kalım halinde ameliyat masasına yattığında ne yapmalıdır? Karin Karakaşlı, kalemden neşterini bir doktor gibi tuttuğunda, bu zor sorunun cevabını da veriyor. Ötekileştirenle hesaplaşırken, ötekileştirmemeyi başarıyor.
Karin Karakaşlı üretken bir yazar aslında. Romandan şiire, denemeden incelemeye geniş bir alanın içinde sürdürüyor yazarlığını. Ama Başka Dillerin Şarkısı ve Can Kırıkları sonrasında, okurları ondan uzun süredir bir öykü kitabı bekliyorlardı. Bir genellemeyle konuşmuyorum; ben bir Karin Karakaşlı okuruyum ve Yetersiz Bakiye’yi on iki yıldır bekleyenlerdenim.
“Sahibine hiç ulaşmamış mektupları, içi oyulmuş silgi içine yerleştirilen kopyaları, peçetelere karalanmış itirafları, yatakta bağdaş kurulup yazılan günlükleri, duvar yazılarını, uğruna can verilmiş düşünceleri, her şeyi okurum.” Öykü, okuruna ulaştığı anda can buluyor. Bunu iyi biliyor Karin Karakaşlı. Öykülerinin merkezine aldığı meselelerdeki cesareti de buradan geliyor. Romantik dokunuşlar, hissettirmeler değil kaleminin ucunda duran. Öyküler yoğun bir hesaplaşma yaşıyor ve okurundan da bu cesareti bekliyor. “Vicdan kapısının anahtarı, çekinme duvarı, insan olmanın harcı”belli ve hesaplaşmanın sıfır noktası da burada duruyor: Utanç.
El aldığı meselelerin arkasından dolanmıyor, vur-kaç yapmıyor yazar. Zor olanı tercih ediyor ve gözlerini bir an kırpmadan, konuların üstlerine doğru yürüyor. Dünyanın yıkıcı-yakıcı-kahredici gerçekliğiyle hesaplaşmak için, temsili bir dünyanın uçuculuğuna sığınmıyor. Önemli bir tercih bu. Edebiyatın (sanatın), dönüştürücü bir gücü varsa eğer, hayata dik açıyla bakacak cesarete sahip yazarlar sayesinde olacaktır bu. Karin Karakaşlı’dan öğreneceklerimiz bu noktada başlıyor.
Bir söyleşisinde “(...) edebiyat eserleri yazarın biricik hayal gücünün ürünü olabildikleri gibi bir ülkenin gayriresmi tarihinin kayıt tutuculuğunu da yapabilirler çünkü tabu ilan edilerek sessizliğe mahkûm edilenlerin sesini ancak edebiyat geri verebilir. Edebiyat bu yüzden benim için en çok da göğüs kafesine saklı ah sesinin ve çığlığın ifadesidir,” diyor Karin Karakaşlı.
Yetersiz Bakiye, sadece çokça konuşulacak bir öykü kitabı olarak değil, gayriresmi tarihimizin en önemli belgelerinden biri olarak da okuruyla buluştu. Bundan sonraki varlığını okurunun zihninde sürdürecek. Okurlarının önüne Hrant Dink, Sevaçya, Sabiha Gökçen, Xezal fotoğrafları yayacak. İstanbul’un köşe bucak kirini süpürüldüğü köşelerden çıkarıp sokaklara dökecek. Varlık Vergisi’nin kolundan tutup Berlin’deki Soykırım Anıtı’nın kafasına savuracak. Haritayı katlarken, doğuyu batının üstüne yapıştıracak. Sabiha’ya sorduğu soruyu, okurunun ağzından dünyaya haykıracak: “Bunca kötülük nasıl edilir? Kötülük olduğuna inanmadan edilir herhal.”
Kişisel bir notla bitireyim. Ruhlarımızı parçalayan bir günü, zamanı ve düşünceyi parçalayarak kurgulayan “An-Bul-İst” çoktan bu coğrafyada yazılan öykünün tarihindeki yerini almıştır. O günün, insanlığın kara tarihindeki yerini aldığı gibi.
EmoticonEmoticon