Sanatın, Sanatçının, Sanatla İlgilenenlerin Sorumlulukları Üzerine
Çağdaş Sanat ortamımızda gözlemlenen durgunluk, hem açılan sergilerin düzeysizliğinde, hem de gündem yaratmak adına girişilen etkinliklerin samimiyetsizliğinde kendisini belirgin kılıyor. Sanatsal üretimin düzeyinin düştüğü,
sanat üzerine düşünce üretilmeyen, sadece son derece hızlı bir sanat tüketiminin yaşandığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Bu enerji düşüklüğü, sadece bahar yorgunluğuyla tanımlanabilir mi ?
Sanat piyasasının diktası altında geçen son onbeş yıllık süreç (2000-2015) tamamlandı. Çağdaş sanat etrafında döndürülen sahte fırtına artık esmediği gibi, yaprak dökümü olarak nitelendirilebilecek olan galeri kapanmalarına, büyük umutlarla başlanılan koleksiyonların “toplu” satışları ekleniyor. Halen çalışır gibi görünse de, birçok galerinin uzun süreden beri satışta olduğu biliniyor. “Yurtdışı” perspektifinden bakıldığında İstanbul “periferi” konumundan kurtulamadı bir türlü. Uluslararası çağdaş sanatın nabzını tutan hiçbir sanatçının sergisinin açılamadığı ülkemizde, dünya standartı olarak belirlenen statüde olan tek bir sanatçımız bile yok. Güney Kore, Çin gibi “Batı kültürlerinden” gelmemelerine rağmen uluslararası çağdaş sanat haritasında kendilerine yer açan önemli ülkeleri bir tarafa bırakalım, komşumuz İran’ın bile gerisinde bir noktadayız. Bugün kabul gören ve her türlü politik zorluğa rağmen mücadelesi, tavrıyla kendini belirgin kılan bir İran Çağdaş Sanatı varken, Türk Çağdaş Sanatı’ndan bahsedilemiyor olması unutulmaması gereken bir olgu. Daha da önemlisi, 20. Yüzyıl Modern Sanatı’nın usta isimlerinin (Matisse, Cézanne, Beckmann, Klee vb.) dünya çapında eserlerinin gösterilebileceği, dünya müze standartlarına sahip bir müzemiz, sergi salonumuz bile yok.
Açık söylemek gerekirse, bu ağır gerçekleri yazmak, sürekli olarak hatırlatmak pek keyifli bir uğraş değil. Ama belli gözlemleri yaparak günümüze ve ülkemizde algılanan güncel sanata baktığımızda, karşımıza hiç te umut veren bir tablo çıkmıyor. Kendisini her zaman dev aynasında görmeyi seven bir kültürden geldiğimiz için olsa gerek, gerçeklerin yerine kurgulardan, gözümüzün önündekilerden değil de hayallerimizde ki değerlerden yola çıkarak kendimizi konumlandırmaya bayılıyoruz. Kompleksler, yanlış anlaşılmalar hatta söylenceler üzerine kurgulanan “çağdaş sanatın” balonu çoktan patladı. Beklentilerin yanıtlanmadığı, sanatsal yatırımların karşılık alamadan battığı bir dönemin kapısına dayandık. Bu “kötü son” elbette sahtecilikle eş değer olan “gerçek dışı bilgilendirme” sürecinin sonucu. Sanatçıların, galericilerin, aracıların, müzayedecilerin ve sanat piyasasının tüm aktörlerinin elbirliği yaparak oynadıkları “gerçek dışı bilgilendirme” oyununun bir tür “dolandırıcılık” olduğunu görmemezlikten gelmek mümkün değil. Artık mümkün değil. Ama öylesine tuhaf, öylesine etik-karşıtı bir kültürden geliyoruz ki, bilinen gerçeklere bile gözlerimizi kapayıp, hiçbir şey olmamış, yaşanmamış gibi devam edebiliyoruz. Bakın baş dalkavukçu, ülkemizin yüz akı olan Haziran direnişine dil uzatacak denli gözü dönmüş olan Kutluğ Ataman vezicesine: “Dalkavuktan ne sanatçı olur, ne de küratör”1 Ama 2013 yılında şu beyanatı vermişti:
"Demokratikleşme Paketi beni çok mutlu etti... Tarlaya tohumu bir an önce atsınlar ki, biz sanatçılar da gübreleyelim, çapalayalım, büyütelim... AK Parti'yi ve Başbakan'ı destekliyorum. Onlar bir devrimi gerçekleştiriyor. Dünyanın öbür ucundaki devrimcileri desteklemek oluyor da kendi devrimcilerimizi desteklemek neden olmuyor?"2
Bu ve buna benzer örnekler, günümüzde yaşadığımız “etik ve bellek tutulmasına” örnek gösterilebilir. Başka ülkelerde dolandırıcılık suçundan hapis yatması gerekecek kişilerin aktif olduğu bir sanat ortamına tanıklık ediyor olmamız, gözlerimizin önünde amatör şekilde oynanan bu oyunları ciddiye aldığımızı göstermez. Sanatın etik olmayan tarafı ülkemizde 1980’lerden itibaren, Neo Liberal düşüncenin bir veba mikrobu gibi kök salmasından itibaren hep sanatın gündemindeydi. Yeni zenginlerin evlerine asabilecekleri resim üretmekten başka hiçbir meziyeti olmayan 1980 kuşağı sanatçılarını, klasik modern ile çağdaş sanat arasındaki farkı bilmeden bir gece de süper koleksiyoner rolüne çıkan Halil Bezmen’i, yeşil sermayenin dikkatini ve parasını çekmek için üçüncü sınıf kaligrafik panolar yapan Erol Akyavaş’ı, merdiven altı galeri sistemiyle her önüne geleni sonuna kadar sömüren Nahit Kabakçı’yı yaşamadık mı? Elbette daha da uzatılabilir, Erol Aksoy’dan Haluk Akakçe’ye, Kutluğ Ataman’dan her devrin adamı, her devrin hocası Hasan Bülent Kahraman’a kadar devam ettirilebilir bu liste.
Tekrar düşünmemiz gereken olgu, “sanatın gündemi” ile “sanatın kendisini” ayrı tutma mecburiyetimiz. Her yüzyılda, her dönemde bir takım ayak oyunlarıyla kendini önplana çıkaranlar olmuştur. Bu gelip geçici, sadece bir bardak su içinde fırtına yaratanlara değil, kendi kozasını örerek bir şeyler yapmaya çalışanlara bakmak, bu kişilerin süreçlerine tanıklık etmek, sanatçıların olduğu kadar, sanatla ilgilenenlerin de sorumlulukları arasında yer alıyor. Bu tür bir bakış açısı, “etik ve bellek tutulmasına” karşı geliştirilebilecek en iyi yanıt değil mi?
İstanbul’daki sanat etkinliklerinde, etik bir duruş sergileyen sanatçıların varlığı ve onların her türlü zorluğu aşarak çalışmalarını paylaşıma açmaları belki de üzerinde durulması gereken en önemli olgulardan biri. Murat Germen’in “% 5” isimli sergisi, çok uzun süreden beri neredeyse gündem dışına düşmüş olan Milli Resasürans Sanat Galerisi’nde 25 Nisan tarihinde kapandı. Germen bu projesinde, uluslarası gündemde olan “su hakkı” konusunu gündeme getirdiği gibi, adeta bir kanser mikrobu gibi ülkeyi saran HES projelerinin yaptığı doğa katliamını son derece etkileyici bir biçimde gündeme getiriyordu.3 Germen bildik anlamda fotoğraf estetiğini terk ederek, izleyenlerin katılımına açık, belgesel ve sorgulayıcı bir sergileme modeli geliştirdiği için, sade ama bir o kadar da vurgu yapan bir yerleştirme (installation) gerçekleştirmişti.
Genç kuşak sanatçılar arasında kendine özgü bir anlatım dili oluşturan ender isimlerden biri olan Çağrı Saray’ın “Eksilen Zaman” isimli kişisel sergisi dönemsel bir karaktere sahip. 30 Nisan’a kadar Galata Özel Rum İlkokulu’da devam eden bu sergi, sanatçının son beş yıllık çalışmalarını içeriyor.4Saray’ın açık yüreklilikle öğrencilik işlerinden başlayıp günümüze gelene dek çalışmalarını bir sergi yapımcısına teslim etmeden kendi çabasıyla kavramsallaştırmaya çalışması üzerinde durulması gereken cesaretli bir tavır. Ses, video, fotoğraf, çizim, üçboyutlu araştırma gibi farklı teknikleri “eşzamanlı” olarak kullanarak işler üreten Çağrı Saray öncelikle “politik bellek” kavramı etrafında neredeyse arkeolojik kazılar yapıyor.
Murat Germen ve Çağrı Saray’ın kişisel sergileri, “etik ve bellek tutulmasına” karşı sanatçıların gösterdikleri tavrı gündeme getirdikleri için son derece önemli. Sanatın, sanatçıların ve sanatla ilgilenenlerin sorumlulukları hakkında düşünce üreterek gündemdeki kirliliği aşmamız mümkün. Belki de gerekli.
1 İstanbul ArtNews, Nisan 2015
2 Kutluğ Ataman Olkan Özyurt Söyleşi, 6 Ekim 2013, aktaran: http://www.e-skop.com/skopbulten/dalkavuk-ve-sanatci/2431
EmoticonEmoticon