İki yüzden fazla tiyatronun aktif olduğu Moskova. Dünyanın en çok milyarder barındıran ve belki de en pahalı kenti Moskova. Dört yüz civarında kütüphanesiyle övünen ve elinde kitaplarıyla benzersiz metrolarına koşturan halkın yaşadığı Moskova. Ve insanı yarım saatte çıldırtmaya yetecek kadar yoğun trafiğiyle Moskova.
Bütün bu manzaranın içinde, Moskova’ya dair bilinen soruların dışında bir soru daha var zihnimde. “Rus Sineması’nda animasyon ne durumda ve neden bizim bu konudaki gelişmelerden haberimiz yok?”
Tuhaf gelebilir ama benim gibi bir animasyon meraklısı için anlaşılır bir soru. Hatta konuyu derinleştirince durum vahimleşiyor: Festivaller de olmasa günümüz Rus Sineması’ndan neredeyse hiç haberimiz olmayacak. Sinemayı sanat yapan nice ismin yaşadığı bir ülkeden söz ediyoruz. Rus Sineması’nın bu içine kapalı halini anlamak gerekiyor. Her tür ticari alanda ortaklıklar içinde olduğumuz bir ülkenin sinemasıyla bunca zamandır dirsek temasında bulunmamış olmamızın nedenlerini öğrenmek için de gerekli bu.
İşte ‘Türkiye Sineması Dünya Akademik Buluşmaları’ bu nedenle oldukça önemli. Bu buluşmaların birincil önemi tanışmak. Gidilen ülkenin sinema sektörü dinamiklerini anlamak. Kendi sinemamızın güçlü olduğu alanları ve sorunlarını doğruca ifade edebilmek.
Dünya sinemasında güçlendiğimizi söylüyoruz. Kesinlikle doğru. Değerli filmler, önemli festivallerden ödüllerle dönüyor. Ama bu başarılar, bizim kendimize anlattığımız hikayeler olarak kalmamalı. Bu başarıların sürekliliği için sinemamızın dinamiklerini doğru anlatmalı, kalıcı ortaklıklar için karşı tarafı iyi dinlemeliyiz. Akademik dilin önemi burada ortaya çıkıyor. Üstelik sadece ‘şimdi’ye ait bir dil kurmuyor akademi. Zamana yayılan, yarını da oluşturacak dil sayesinde oluşuyor süreklilik.
Türkiye Sineması Dünya Akademik Buluşmaları (TSDAB), için ilk seçim Rusya olmuş. Kesinlikle doğru bir başlangıç. Sonrasında Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Filistin, İspanya gibi ülkeler var planlamada. Dedik ya, öncelik doğru anlamak-doğru anlatmak.
1986’da Sergei Gerasimov’un adı verilen VGIK (All-Russian State University of Cinematography) binasından içeri girerken bu çerçevenin genişletilmesinin nasıl katkılarının olacağını düşünüyorum. 1919 yılında Vladimir Gardin tarafından kurulmuş ve Kuleshov, Batalov, Eisenstein, Pudovkin gibi önemli yönetmenlerden oluşan bir eğitimci kadrosu ile Bondarchuk, Klimov, Patajanov, Sokurov, Tarkovsky gibi ünlü mezunlar vermiş bir okul.
Okulda 34üncü kez düzenlenen Uluslararası Öğrenci Festivali’nin bu yıl bünyesine kattığı ‘TSDAB’ komitede belirgin bir heyecan yaratmış. Öğrencilerin panellerdeki katılımı bu heyecanın yoğunluğunu göstermeye yetiyor. Türkiye’den gelen sinemacılara soracakları çok soru var. En çok ortak yapımlar konusundaki yasal düzenlemeleri, film üretimi için sağlanan destekleri, yapım aşamasında karşılaşılan zorlukları-kolaylıkları öğrenmek istiyorlar. Ama soruları bunlarla bitmiyor; Türkiye’de çekilen filmlerde en çok hangi kameranın kullanıldığı bile merak konusu onlar için.
VGIK, sadece tarihiyle övünen bir okul değil. Sinema başta olmak üzere sanat üretimi konusunda sürekli aktif olan, öğrencilerin çalışmalarını yücelten bir yapıya sahip. Teknik donanımları da buna göre. Avrupa çapında bir foley stüdyolarının olduğunu görmek bile, nasıl bir eğitim sürecinden geçtiklerini anlamaya yetiyor.
VGIK-T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı- İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi üçgeninin kurulması ile oyun kuralına göre oynanmış. Çünkü bu buluşmanın ilk olarak VGIK bünyesinde gerçekleşmesi sayesinde her iki taraf için de ‘kazan-kazan’ bir proje oluşmuş. Düzenlenen panellerin sadece bugünün üretimiyle sınırlı kalmayıp, akademik bakış açısın anlatması da bu yüzden önemli. Türkiye’deki sinema üretiminin dünya akademik literatüründe kalıcı hale gelmesi için önemli bir adım bu.
Bu buluşma ile VGIK 34. Uluslararası Öğrenci Festivali kapsamında, Türkiye sinemasından seçilmiş olan üç film (Bir Zamanlar Anadolu’da, Kuzu, Patron Mutlu Son İstiyor) VGIK akademisyenleri, öğrencileri ve sektör çalışanları ile halka açık ve ücretsiz olarak filmin yapımcı, yönetmen ve/veya oyuncularının katılımı ile gerçekleştirildi. Gösterimlerden sonra ekiplerin, akademisyenlerin, öğrencilerin ve davetlilerin katılımı ile seminerler düzenlendi.
Projenin katkıları konusunda daha net cümleler edebilmek için, diğer ayaklarında tamamlanmasını beklemek ve ardından gelecek raporlamayı incelemek daha sağlıklı olacaktır. Projenin ikinci ayağında bir İspanya buluşması hedefleniyor.
Ancak ilk ayağın, yani Moskova buluşmasının, hedefine ulaştığını da söylemek gerek. Etkinlik sonrasında yönetmenlik okuyan Oleg ve senaryo yazarlığı okuyan Ludmilla ile Tarkovsky’nin yürüdüğü koridorlardan geçerken ayaküstü gerçekleştirdiğim sohbet kafamdaki soruların cevabını verir nitelikte. “Dünyayı sanat kurtaracaksa,” diyor Ludmilla, “dünya sanatında neler olup bittiğinden haberdar olmalıyız.”